Sertifikalar Ekolojik Yapı Fikrinin Özüne İnemiyor

arkiZON Mimarlık

Emin BALKIŞ

Türkiye’ de “sürdürülebilir mimarlık” başlığı altında, gözlemlediğimiz kadarı ile sınırlı kapsam ve sayıda yapı bulunmakta. Son zamanlarda ülkemizde popüler olan LEED ve BREEAM sertifikaları sürdürülebilir mimarinin gelişmesini desteklemekle birlikte, ekolojik yapı fikrinin özüne yeterli miktarda inememekte.

Öncelikle sizi ve arkiZON Mimarlığı biraz tanıyabilir miyiz? Projelerinizden, tasarım süreçlerinizden bahsedebilir misiniz? 

Elvan ile İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ nden sınıf arkadaşıyız. Mezun olduktan kısa bir süre sonra Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık’ ta birlikte çalışmaya başladık. Farklı zaman aralıklarında orada çalıştıktan sonra artık kendi işimizi yapalım dedik ve 2003 senesinde arkiZON Mimarlık olarak ofisimizi açmış olduk.

Ofisimizin ilk yıllarında daha çok iç mekan ağırlıklı işler alıyor ve bu projelerin aynı zamanda uygulamalarını da yapıyorduk. Fakat daha  sonraki yıllarda farklı ölçeklerde mimari proje işleri almaya başladık. Son zamanlarda ise ofisimizin bulunduğu Kadıköy ilçesindeki kentsel dönüşüm nedeniyle ağırlıklı olarak konut projeleri yapmaktayız. Bunun yanında çeşitli fonksiyonlara ve büyüklüklere sahip projelerimiz devam etmekte. Örnek verecek olursak  Samandıra’ da yapılmakta olan Borusan Oto’ nun showroom ve servis binası 50.000 m2 inşaat alanına sahip. Gayrettepe’ de inşaatına yeni başlanılan ofis binası ise toplam 2.500 m2 büyüklüğünde.

Mimarlığın sürdürülebilir ve ekolojik boyutu ile ilgili görüşlerinizi almak isteriz. Ülkemizde yapılan çalışmalarda bu kavramların özümsendiğini, doğru algılandığını ve uygulandığını düşünüyor musunuz?

 ‘’Sürdürülebilirlik’’ tek başına düşünüldüğünde dahi, gerçekte içerisinde pek çok şeyi barındıran bir kavram. Biliyoruz ki dünyada üretilen enerjinin  %50’ si binalarda kullanılmaktadır. Ayrıca dünyada üretilen malzemenin de % 50’ si bina üretiminde kullanılmaktadır. Dolayısıyla enerjinin verimliliğini artırmak yapılaşmanın ve şehir planlamasının da doğru yapılmasına bağlıdır.  Bu nedenle son yıllarda “yeşil mimari”-“sürdürülebilir enerji”-“ekolojik tasarım” gibi kavramlar, mimarlık gündeminde hayli geniş bir yer tutmaya başladı. Sürdürülebilir ve ekolojik yapı kavramını  bizler de  arkiZON’ da yaptığımız projelerin çoğunda hesaba katmaya çalışıyoruz.  Bizim için mimarlıkta sürdürülebilirlik  genel olarak; toprak korunumu, enerji korunumu, malzeme korunumu, su korunumu, atık miktarının azaltılması ve insan sağlığı ve konforu gibi anlamları  içinde barındırmakta.

Şu sıralar  İzmir Urla’ da tasarlamakta olduğumuz bir çoklu konut yerleşiminde bu kavramlar  ile bolca haşır neşir olmaktayız. Türkiye’ de ise “sürdürülebilir mimarlık” başlığı altında, gözlemlediğimiz kadarı ile sınırlı kapsam ve sayıda yapı bulunmakta. Son zamanlarda ülkemizde popüler olan LEED ve BREEAM sertifikaları sürdürülebilir mimarinin gelişmesini desteklemekle birlikte, ekolojik yapı fikrinin özüne yeterli miktarda inememekte.

Bu sayımızın dosya konusu sürdürülebilir cephe ve çatı sistemleri. Yapının kimliği olan cephe ve çatılar kent mimarisi, dokusu ve sürdürülebilirliği açısından önem taşımakta. Bu bağlamda cephe ve çatı mimarisinin biçim, işlev, yapı ve anlam açısından önemi nedir?

Açıkçası yeni sayınızın dosya konusu sürdürülebilir cephe ve çatı sistemleri olduğu için mutluluk duydum. Çünkü son zamanlarda arkiZON olarak bizim de  yoğunlukla ilgilendiğimiz ve araştırdığımız bir konu. Bina cepheleri, aynı zamanda tasarım amacına göre çatıları da, yapıların hem dışarıdan algılanmasını sağlayan, hem dışarıyla içerisi arasında ilişkiyi kuran, hem de aynı zamanda içeri ve dışarı arasındaki iklimsel dengeyi sağlayan bir özellik taşıyor. Tabii mimaride ve inşaat sektöründe gelişmeler yaşandıkça, bu dış çeper ile ilgili veya bunun olanakları üzerinden mimariyi kurma fikri de giderek gelişiyor. Örnek verecek olursak; ekolojik cephelerin tasarımında mimarın kontrolündeki tasarım parametreleri, cephenin bulunduğu yer, cephenin konumu, cephe formu, yönü, cephe kabuğuna ilişkin özellikler olarak ele alınabilir. Bu parametreler için tasarım aşamasında uygun değerlerin belirlenmesi gerekli oluyor. Sözü edilen tasarım parametrelerine ilişkin uygun değerlerin oluşturacağı kombinasyonlar, yapının kendine özgü bir mimari kimliğinin oluşmasına yardımcı oluyor.


Son dönemlerde hükümet sözcülerinden sıkça duyduğumuz “Yüksek binalara son. Mekan politikamız, dikey değil yatay bir yapılaşma olacak” sözlerinin hemen ardından konuyla ilgili Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın  hazırladığı imar yönetmeliğini nasıl değerlendiriyorsunuz, sizce bu anlayış değişikliğinin sebebi nedir? olumlu ve olumsuz sonuçları neler olacak?

Açıkçası bu söylemin  özellikle İstanbul’ da kentsel dönüşüm bölgelerinde uygulanabilir yönünün pek olmadığını düşünüyorum. Çünkü mevcut yapı adalarındaki parselizasyon düzeni bu yatay yapılaşmaya izin vermiyor. İmar yönetmeliğinde kanun değişikliğine gidilse bile bu sefer kat mülkiyeti kanunu devreye giriyor. Bu duruma çözüm getirmeyi de açıkçası çok zor görüyorum. Fakat yapılaşmanın olmadığı yeni yerleşim alanlarda uygulanırsa alternatif tipoloji yaratmak adına gayet olumlu buluyorum.

Her yönüyle kendi tasarımınız bir proje hayata geçirecek olsanız lokasyon, fonksiyon malzeme seçiminiz ne olurdu?

Aslında iyi bir tasarım yapmak için sınırsız bir bütçeye sahip olmak gerektiğine inanan mimarlardan biri değilim. Bunun yanında tarih ve arkeoloji merakımdan dolayı Urfa’ da Göbekli tepe ile ilgili müze binası tasarlamak isterdim. Yerel, cam ve çelik gibi çağdaş yapı malzemelerin kombinasyonunu tasarlayacağım bir bina tercih ederdim.




Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)