PAB Mimari Tasarım’a Sorduk...

Soldan sağa: Ali Eray, Pınar Gökbayrak, Burçin Yıldırım

Ekolojik yapı dendiğinde akla ilk önce enerji etkin aktif sistemlerin entegre edildiği tasarımlar geliyor. Oysa, mimarlık bilgisi ve üretiminin temelinde yere özgü tasarım üretmek; zaten oldukça sürdürülebilir ve ekolojik bir yaklaşım. Ne yazık ki üretilen çoğu yapıda mimarinin bu temel olgusunun izlerine dahi rastlayamıyoruz.

PAB Mimari Tasarım, Pınar Gökbayrak, Ali Eray ve Burçin Yıldırım tarafından 2007 yılında kuruldu. PAB, mimari ve kentsel potansiyelleri esnek araştırma ve tasarım biçimleri aracılığıyla keşfetmeyi ve üretime dökmeyi hedefleyen bir mimarlık oluşumudur.

“Yapıyı çevresiyle bir bütün olarak tasarlama” düşüncesi ile çağdaş, modern ve yenilikçi bir mimari dil kullanan PAB’ın tüm projelerinde, fonksiyonelliğin ön planda tutulduğu dikkat çeker.


Ayrıca, ofis global eğilimleri yakından takip eder ve projelerinde bu eğilimlerin yansımalarını gözlemlemek mümkündür.

İşveren için bir mimarlık ofisi olmanın ötesinde bir çözüm ortağı gibi hareket etmenin, her iki taraf için de başarıyı getirdiğine inanır. Bu nedenle daima sorgulayan ve araştıran yenilikçi bir bakış açısıyla hareket eder. Ofisin temel ilkesi olan çok disiplinlilik, geçmiş deneyimler ve farklı ilgi alanlarıyla desteklenmektedir.

Mimarlığın sürdürülebilir ve ekolojik boyutu ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz? Ülkemizde yapılan çalışmalarda bu kavramların özümsendiğini, doğru algılandığını ve uygulandığını düşünüyor musunuz?
Sürdürülebilir kelimesinin çok sık ve çoğu zaman da içi boşaltılarak kullanılmaya başlandığını düşünüyoruz. Benzer bir şekilde ekolojik yapı dendiğinde akla ilk önce enerji etkin aktif sistemlerin entegre edildiği tasarımlar geliyor. Oysa, mimarlık bilgisi ve üretiminin temelinde yere özgü tasarım üretmek; zaten oldukça sürdürülebilir ve ekolojik bir yaklaşım. Ne yazık ki üretilen çoğu yapıda mimarinin bu temel olgusunun izlerine dahi rastlayamıyoruz.

Yere özgü tasarım; yapının yönelimini, ışık ve rüzgara yönelik yere özgü çözümleri, enerji kontrolü ve etkin tüketimi için pasif iklimlendirme prensiplerini tasarımın bir parçası haline getirmeyi, çevresindeki yapılaşma ve doğal çevre ile olumlu bir etkileşim içine girebilmeyi, yerel malzeme, yerel işçilik, yerel know-how kullanmayı, yerel ekonominin de sürdürülebilir kılınmasını vb. çok boyutlu bir alanı işaret ediyor. Ancak bu temel prensipleri unutup; dünyanın diğer ucundan malzeme ithal edip, çok temel mimari kararlarla etkin enerji kullanımı sağlayabilecekken; bu fırsatı kaçırıp aktif sistemlerle bu açığı kapatarak ve dolayısıyla gereğinden fazla maliyeti artırarak, yine de yeşil bina yaptığını savunan mimarların da sadece Türkiye’de değil, dünyada pek çok örneğini görüyoruz. Tabii, bu eleştiri teknolojinin sunduğu pek çok yeni imkanı ıskalamamız anlamına gelmiyor. Hele ki doğal kaynaklarımızın gittikçe azaldığı bir dönemde mimarlar olarak etik görevlerimizden birinin doğaya saygılı ve sürdürülebilir tasarımları hedefleyip, işverenlerde de bu bilinci uyandırmak olduğu muhakkak.

Mimarlık sürdürülebilir inovasyon için önemli bir arena denilebilir. Konut sektöründeki hızlı gelişim sürdürülebilir, çevreci ve yenilikçi tasarımları hayata geçirmek için iyi bir fırsat olsa da, kamusal ve işyeri binalarının bu gelişimi biraz geriden takip ettiğini söyleyebilir miyiz? Bu bağlamda mimaride sürdürülebilir tasarım aşamalarından bahsedebilir misiniz?

Açıkçası böyle bir ayrım olduğunu çok düşünmüyoruz. Şu anda üretimin ağırlıklı olarak konut sektöründe olması böyle bir intiba uyandırabilir ama kamuda yeşil binalar konusunun artık ciddi anlamda talep edilen bir olgu olduğunu söyleyebiliriz. Benzer bir şekilde ofis tasarımlarında da enerji etkin binalar; şimdilik binanın işletme giderlerinin düşük tutulabilmesi için tasarım aşamasında gündeme gelmeye çoktan başladı. Belki görünür değil ama yavaş yavaş bu bilincin genel ortama da sirayet edeceğini tahmin etmek çok zor değil.

Yapıların çevreci ve insan sağlığına uygun olabilmesi için mevcut sertifika sistemlerinden birine sahip olmaları yeterli midir? Asıl hedefin sertifika almak olmaması için sizce neler yapılabilir?
Her şeyden önce mimarların tasarım yaparken bu konuda duyarlı olmaları gerekiyor. Biraz önce sözünü ettiğimiz yere özgü tasarım meselesine geri dönüyoruz. Aslında çok temel mimari kararlarla, çevreci yapılar tasarlamak mümkün. Ancak bu konu elbette mimarın duyarlılığına da bırakılmamalı. Yasal anlamda, projelerin uyması gereken standartlar yeniden tanımlanmalı; zorunlu tutulan enerji verimliliğine dair yönetmeliklerin denetimleri belediyede herhangi bir mimar ya da mühendis tarafından değil, konunun uzmanları tarafından yapılmalı. Hatta danışmanlık hizmeti zorunlu da tutulabilir. Ayrıca coğrafi özelliklere göre de bu yönetmeliklerin farklılaşması gerektiğini eklemeye gerek dahi olmaması lazım, ancak ne yazık ki bu coğrafi farklılıkların ve doğuracağı çeşitliliğin, tip proje gibi uygulamalarla kamu kuruluşları tarafından göz ardı edildiğini de biliyoruz.

Son yıllarda ‘akıllı kent’, ‘akıllı bina’ gibi kavramlarda kullanılan ‘akıl’ terminolojisi sürekli gündemimizde. Yapı planlayan, kenti kurgulayan bir mimar olarak olarak, insan ‘aklı’ ile kent ‘aklı’ sizce nasıl paralellikler göstermeli ya da nasıl paradokslar gösteriyor?

İnsan aklı, kendi beklentilerine ve içinde bulunulan koşullara göre uygun optimizasyonu sağlamaya çalışan ve kararlar veren bir yapıya sahiptir. Akıllı binalarda genellikle kullanıcıların beklentilerini tanımlamak ve optimizasyonu sağlamak, kent ile kıyaslandığı takdirde çok daha basit bir konu gibi gözüküyor; sadece daha hızlı bir şekilde yaygınlaştırılması gerektiğini düşünüyoruz.

Ancak bireyler sadece binalarda hayatlarını sürdürmüyorlar. Kent çok karmaşık ve değişken bir yapı olsa da, bireylerin kentlerdeki yaşam kalitelerinin artırılması gerekiyor. Bu noktada yerel yönetimlerin sadece veri toplayarak, optimizasyon sistemlerine yatırım yapmalarının bir noktaya kadar faydalı olabileceğini düşünüyoruz. Yerel yönetimler, kentsel düzenin iyileştirilmesi, sorunların çözülmesi ve optimizasyon için, bireyin katılımına mümkün olduğu kadar imkan tanımalı, bireyler de kent yaşamının bir parçası oldukları bilinciyle bu sorumluluğu kendilerinde hissetmeliler ve düzenlemelere katkıda bulunmalılar. Örneğin toplu taşıma hatlarındaki yoğunluğun ve ihtiyaçların detaylı analiz edilip; araç sirkülasyonunun buna göre planlanması ve gerektiğinde de esnek bir stratejiyle kolaylıkla duruma göre adapte edilebilmesi kentsel düzenin daha verimli ve kentli odaklı kurulmasını sağlayabilir.

Günümüzde, akıllı kent kavramının içerdiği öğelerin ve dünya üzerinde bu yönde yapılan çalışmaların, aslında saf insan aklı ile paralellik içerdiğini düşünüyoruz, en azından mantıklı bir şekilde düşününce içermesi gerektiğini düşünüyoruz. Ancak bireyin çoğulcu yapı içerisinde zaman zaman bencilleştiği ve yaşadığı ana odaklandığı da bir gerçek. Bu noktada bireylere, sadece kenti o an kullanan kişiler olmadıkları, aynı zamanda, yaşayarak, geleceğin kentini de yarattıklarının anlatılabilmesi gerekiyor.

Bu sayımızın dosya konusu “Kentsel Dönüşüm Gerçeği, Konut Sektörünün Önündeki Fırsatlar, Yeni Pazarlar” bu konu hakkındaki genel değerlendirmenizi alabilir miyiz?

Kentsel Dönüşüm, hem niteliksiz yapı stoğunun olası bir deprem riskinden kurtulması hem de plansız kentleşmenin önünün alınabilmesi için önemli bir imkandı. Ancak ne yazık ki şimdilik bu imkanın değerlendirilmeyi bırakın; elimizdeki kaynakları da tüketecek şekilde tek yönlü bir bakış açısıyla ilerlendiğini görüyoruz.

Mevcut bir bina her koşulda sürdürülebilirlik ilkelerine göre revize edilebilir. Burada ekonomik / ekolojik verim dengesi sizce nasıl olmalı? Aynı şekilde sürdürülebilir teknolojilerin tarihi yapılara adaptasyonunda nasıl bir yol izlenmeli?

Açıkçası bu uzmanlık gerektiren bir alan; tasarım yapan tüm mimarların bu bilgiye sahip olduğunu da düşünmemek lazım. Burada kritik olan, mimarın tasarım aşamasında konunun uzmanı danışmanlarla birlikte projeyi şekillendirebilmesidir.

Hammaddesi ahşap, toprak ve saz gibi doğal yapı malzemeleri artık çağdaş teknolojiler ile üretiliyor. Bunların piyasaya kabulü konusunda ne düşünüyorsunuz?

Önce mimarların yenilikçi malzemelere açık olması ve daha butik projelerde işverenlerini de ikna ederek bu malzemeleri görünür kılması ve kullanım çeşitliliğini de farklı projelerde uygulayarak görmeleri gerekiyor. Ardından yavaş yavaş piyasada bu ürünler daha çok takdir ve talep edilmeye başlayacaktır. Malzeme üreticilerinin teknik destekle mimarların yanında yer alması ve farklı taleplere göre malzemenin ar-ge çalışmalarının sürdürülmesi gerektiği de muhakkak.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)