Sürdürülebilirliğin İrdelenmediği Bir Tasarım Gerçekçi Olamaz

Studio Vertebra

Gencer Yalçın
Kurucu Ortak / Baş Mimar

Dilşad Öktem Aslaner
Kurucu Ortak / Yüksek Mimar

Bahar Yücel
Kurucu Ortak / Yüksek Mimar

Efe Kağan Hızar
Kurucu Ortak / İç Mimar

Studio Vertebra’yı biraz tanıyabilir miyiz?

Efe Kağan Hızar
Kurucu Ortak / İç Mimar

EFE KAĞAN HIZAR: Biz dört ortaklı bir şirketiz, 2008 yılında kurulduk, 2009 yılında faaliyete başladık. Üç ana hizmet dalımız var: Mimarlık, iç mimarlık ve restorasyon. Bizim, bu üç hizmet dalını bir araya getirdiğimiz bir tasarım felsefemiz var. Buna ‘tümel tasarım’ diyoruz. Yani bir projeyi bir yere kadar yapıp bırakma; içini yapıp dışını yapmama, peyzajını yapıp bir kısmını yapmama, uygulamasını yapıp konseptini yapmama gibi değil. Bizim paket yaklaşım anlayışıyla bir hizmet modelimiz var. Bu da bize çok disiplinli bir ekip yapısı sağlıyor. Böylece bu elli kişilik kadromuzda grafik tasarımcımız da oluyor, iç mimarımız, peyzaj mimarımız ve endüstri tasarımcımız da oluyor. Çok disiplinli bir ofis ortamı yaratıyoruz. Bu disiplinler arası çakışmalar/kesişmeleri de avantaj alanları olarak görüyoruz.

Biz ofisimizi ilk kurduğumuzda dört ortakla başladık, şimdi de bunun yansıması olarak çok dallı bir sistemde ilerliyoruz. Projelere de böyle yaklaşıyoruz. Burada müşteri de önemli faktör. Biz onu da aslında ekibin bir parçası olarak görüyoruz. Yani müşterilerimizi tam müşteri değil bir nevi iş geliştirdiğimiz ortak paydaşlar olarak görüyoruz. Bir projeyi aldığımızda onları davet ediyoruz, onlarla birlikte süreci geliştiriyoruz. Aktif bir süreç yürütüyoruz. Tabi vizyonel sorunlar bazen oluyor ama amaç teslim olmak yerine aydınlatıp, pozitif girdiler elde edebilmek.

Gencer Yalçın
Kurucu Ortak / Baş Mimar

GENCER YALÇIN: Ofisi kurmadan önce biz uluslararası fonlarla beraber çalışıyorduk. Orada da sistem daha çok fizibiliteden başlıyordu ve oradaki yerel sorunları çözüyorduk. Belediyenin tayin ettiği halk komitesinin estetik kurumunun görüşmelerinden, inşaat, teknik, tasarım vb. gibi bütün süreci biz yönetiyorduk.  Ancak uluslararası fonlar Türkiye’den çekilme kararı alınca biz de yurtdışında devam etmek istemedik. Türkiye’de devam edelim dedik ve Studio Vertebra’yı kurduk. İnşaat sektörü ve bizim sektörümüz o zamanlar yavaş yavaş parlamaya başlamıştı. Tabi birçok alt yapı sorunu vardı ve alışılagelmiş mimari vizyonlar vardı. Bunların oluşturduğu belli sorunlar vardı ve bu sorunları çözmenin yolu da bütün disiplinlerle beraber çalışmaktı. Tabi sadece disiplinlerle beraber çalışmakta yetmez, bunun ekonomik verileri de önemli; ekonomik verileriyle beraber bir tasarımı hayata geçirmek gerekiyor. Özetle bütün bu etkenlerin bir arada çalışması gerekiyor ve biz böyle bir yapılanmaya gittik. Bu yapılanmanın da artılarını şöyle görüyoruz; bir grup firmasının total bir çözüm ortağı olmuş oluyoruz. 

Studio Vertebra olarak bizler genellikle büyük ölçekli projeler üzerinde çalışıyoruz. Özel sektör ile geliştirdiğimiz projelerimizde çalışma alanlarımız bir parsel ölçeğinden,  daha geniş ölçeklere yayılmaya başlıyor. Şehirlerimizin birçok sorunu var ve hepimiz biliyoruz ki bunlar sadece mimarların çözebileceği sorunlar değil. Özel sektör de bir partner gibi hareket etmezse çözüm üretilemiyor. Çözümü uzun vadeye yayıp o partnere gerçekten bir çözüm ortağı olduğunuzda o şehrin birçok sorununu da çözmeye başlıyorsunuz. Biz bu yüzden böyle bir bütüncül tasarım ofisi olduk. 

Gönül isterdik ki şehir bölge plancıları, peyzaj mimarları vb. hepsi bir bütün olarak workshop’larda çalışıp tüm bu büyük sorunlara değinecek kadar çalışma yapabilse ama bunu yapamıyorlar. O yüzden biz bu açığı mümkün olduğunca doldurmaya çalışıyoruz. 

Bahar Yücel
Kurucu Ortak / Yüksek Mimar

Çalışmalarınızdan ve son dönem projelerinizden biraz bahsedebilir misiniz? 

GENCER YALÇIN: Biz grup firmalarıyla çalışıyoruz ve büyük çaplı işler yapıyoruz, dolayısıyla bizim spesifik bir konu üzerine çalışma şansımız yok. Küçük ölçekten büyük ölçeklere birçok kategoride iş yapıyoruz; bu bazen bir kültür merkezi olabiliyor bazen de bir park düzenlemesi… Fokusumuz ise nitelik.

Son dönem projelerimize bakarsak şuan yaklaşık 20-25’e yakın projemiz başladı. Örnek vermek gerekirse Ataşehir’deki Atapark projemiz ki farklı bir proje ve yakında lanse edilecek, basına yansıyan Volume İstanbul projemiz, otel projelerimiz ve ağırlıklı olarak kentsel dönüşüm projelerimiz var.  Birçoğu hayata geçmek üzere... 

Dilşad Öktem Aslaner
Kurucu Ortak / Yüksek Mimar

DİLŞAD ÖKTEM ASLANER:  Bunların haricinde çözüm ortağı olduğumuz konut projelerimiz var. Urfa’da bir okul projemiz ve Sakarya’da uluslararası bir yarışmada finale kaldığımız bir otel projemiz mevcut. Gencer Bey’in bahsetmiş olduğu kentsel dönüşüm projelerinden yaklaşık 120 bin metrekareye konumlanabilecek olan Eyüp’teki kentsel dönüşüm projemiz yeşilin zeminden üst katlara taşındığı bir projemiz. Bunların haricinde villa projelerimiz, restorasyon projelerimiz ve Kuşadası’nda geliştirdiğimiz dönüşüm projeleri yer almaktadır. 

Mimari tasarım kararlarınızda çevre duyarlılığı ve sürdürülebilirliğin önemi ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz? 

EFE KAĞAN HIZAR: Özellikle bölgesel sürdürülebilirliğin ciddi bir faktörü olan iklim faktörü, güneş kullanımı ya da yönelimi gibi faktörler bizim standart prosedürümüz diyebilirim. Konsept departmanımızın her proje için etaplandırılmış yaklaşım metodu var. Bu önemli etaplardan biri rüzgâr yönü ve güneş yönü gibi tüm bölgesel donelerin toplanması... Mesela Dilşad Hanım’ın söz ettiği Urfa’daki okul projesinin cephesi tamamen güneş enerjisinin nasıl okulu etkilemeden pasifize edileceği üzerine geliştirilmiş bir cephe. O da aslında ilk kütle aşamasında, daha ilk forma karar verirken bizim paftalarımızda yerini almış ve güneşi görerek tasarladığımız bir süreç. Bize bu müşteriden gelen bir talep değil; zaten bizim yapımızda olan ve bizim yapımızı sürdürülebilir kılan şey... Biz sürdürülebilirliği her zaman ciddi bir girdi olarak dikkate alıyoruz.

GENCER YALÇIN: Sürdürülebilirliğin irdelenmediği bir tasarım bence gerçek bir tasarım olamaz. Doğanın bir parçası olan arsanın üzerinde bir yapı yapıyorsunuz dolayısıyla, arazinin eğimine, arazinin durumuna, zemin yapısına, rüzgâr ve güneş yönüne, özellikle de çevreyle olan ilişkisini düşünerek bir tasarım yapmalısınız. Bizim ilkelerimiz bu yönde, aksi tasarımlar yapamıyoruz. Müşterimiz talep etmese de biz bu konuda ciddi savaşlar verip kazanabildiğimizi kazanmaya çalışıyoruz. 

DİLŞAD ÖKTEM ASLANER: Ekip kurgumuzun devamlılığını sağlayarak sürdürülebilirliği kendi içimizde de yaşatmaya çalışıyoruz. Bu da bize uzun soluklu bir birliktelik sağlamış oluyor.

Amasya Üniversitesi

Yapılı çevrenin geleceği hakkında görüşleriniz nelerdir? Önümüzdeki yıllarda ne gibi zorluklarla karşı karşıya kalınabilir? Ne gibi fırsatlarla karşılaşabilir? 

EFE KAĞAN HIZAR: Bu konuya çok uzak ölçekten yaklaştığımda, sizin de sıklıkla derginizde değindiğiniz biyofilik ile de bağdaştırdığımda, sürdürülebilirlik “yapılılıktan” uzaklaştıkça, yakınlaşılan bir kavram; hepimiz biliyoruz ki yedi milyar insanın hepsinin “şehirli” olması sürdürülebilir bir durum değil. Basit bir mantık olarak, yedi milyar insanı şehirlerde yaşatamayacağımıza göre şehirleşmemeliyiz. Bir şehir insanı dünyadan aldığından ne kadarını geriye veriyor? Sonuçta biz mimarız, daha sürdürülebilir daha çevre duyalı projeler çiziyoruz ama arabamız var benzin kullanıyoruz, elektrik kullanıyoruz... İşin özü “gerçekten” aldığımızdan fazlasını verebiliyor muyuz?

Çalıştığımız coğrafyada insanların isteklerinde değişimler başladı ve yavaş yavaş binaların estetik olmasının yanı sıra yapısal ve çevresel olarak da bulunduğu bölgeyle örtüşmesi gerektiği gibi kaygı oluşumu var. Buna bizim yatırımcılarımızın ‘farklı bir şey’ arayışı da eklenince artı değerler oluşuyor. Özellikle yatırımcılar bunun tüketicisi oluştuğuna inandığı zaman, çevresel dengeler de denklemin bir parçası haline geliyor.

GENCER YALÇIN: Her konuda olduğu gibi bu konuda da önce bilinçlenmek gerekiyor. Bilinçlendikçe niteliğin ne olduğunu kalitenin ne olduğunu öğreniyoruz. Kalite sadece rakamsal bir veri değil. Birçok niteliği var; maddi, manevi. Bizim şu anki yapılı çevremize baktığımız zaman ki özellikle büyük şehirlerimizde, aslında biz bahsettiğiniz doğa ile iç içe yaşamdan kentlere gelmişiz. Bunun sebebi de ekonomik kaygılar, olması gereken hizmetlerin kırsala gitmemesi vb. Ben mevcut yönetimin şu yönünü seviyorum; en azından bağlantıları kurmaya, yolları açmaya çalışıyor, böylelikle şehir yaşamı ile kırsal yaşamı birleştirmeye çalışıyor. 

Özellikle son yıllarda İstanbul’da yaşamış ve belli bir seviyeye gelmiş birçok insan İzmir, Bodrum, Yalova gibi yerlere yerleşip sakin bir yaşam seçiyor. Doğamızda bu olduğu için doğaya ne kadar aykırı davranabiliriz? Doğaya aykırılıktan artık boğuluyoruz. Boğuldukça insanlar sorgulamaya başlıyor. Eskiden ofis dediğinizde küçük bir penceresi olan, bir masası olan yer olarak tanımlanıyordu, şimdi ise iç bahçelerini yapmak zorundasınız, insanların nefes alabilecekleri, toplanıp bir şeyler konuşabilecekleri bir rekreasyon alanı yaratmak zorundasınız. Bu artık bir talep haline geldi ve gelecek bu yönde ilerleyecek.

Kişilerin uzun vadede orada mutlu olacağı ve o kişinin ihtiyaçları doğrultusunda bir konut tasarlamanız lazım, filtreleyerek. Kendiniz için değil, resim yapar gibi bir tasarım çıkmamalı… Duvara asmıyoruz bunları… 

Avcılar Kule

Çağdaş konut kavramının sizce tanımı nedir? Çağdaş bir konut içeriğinde ne gibi kriterleri barındırmalıdır, ne gibi estetik kaygıları taşımalıdır? 

EFE KAĞAN HIZAR: “Çağdaş Konut” denince yapısaldan öte imkansal düşünmek lazım. Çağımızın imkân yeterliliği de sizi mekândan bağımsızlaştırabilmeli, esneklik, hafiflik gibi sıfatlara layık olmalı; bunu yaparken estetik olarak da tatmin etmeli. Güzel bir yemek lezzetli olmalı güzel de gözükmeli… O yüzden tüketicisinin estetik kaygılarını paylaşmalı, ait olmalı tabii bunun bir gerekliliği de mimarın bireyselliğinden uzak olabilmesinde. Uzun vadede kullanıcısın mutlu olacağı ve kendinin de keşfedeceği ihtiyaçları doğrultusunda bir konut tasarlamanız lazım, filtreleyerek. Kendiniz için değil, resim yapar gibi bir tasarım çıkmamalı…  Bu tasarımlar duvara asmak için değil sonuçta. Tüm bu kâğıda çizilen projeler inşa ediyor, emekler, bütçeler harcanıyor. 

Özellikle insanların ihtiyaç üçgenini ortaya koyduğunuzla paralel tasarımlar olmalı; günümüzde birçok insanın amacı on senelik bir mortgage’a girip ev almak. Bu durum insanları on sene - on beş sene bu sistemin bir parçası olarak çalışan insan haline getiriyor. Bizim yaptığımız projelerde de tabi ki bu hedef kesime yönelik işler oluyor ama çevresel değerleri gözeterek kapalılığı elemine etmeye çalışıyoruz. Duvarlı, izoleli değil, kent ile ilişkiye giren projeler hedefimiz... Biraz önce yine Dilşad Hanım’ın söz ettiği Dap Projesi’nde de biz kendi içerisinde caddesini barındıran bir proje olarak tasarladık. Yani proje bir site, evet pahalı, metrekaresi 18 bin-20 bin lira, ama arkasındaki korusuyla bir bütünlük içerisinde... Koruyu kendi özel mülküne çevirmiyor aksine o koruya mevcut bulunmayan bir cadde yaratarak hem kendi sitemizin içine insan trafiğini alıyoruz hem de o koruyu kendi sitemizin bir parçası haline getiriyoruz. Böylece hem orayı yaşatıyoruz hem de projemize katkı yaratıyoruz… WAF’ta dereceye kalan projemizde de bir kentsel meydan oluşturduk. Bölgede kentsel meydan olmaması bizi daha da bu konuda motive etti. Böylece çevre kullanıcılarını da proje alanımızın içine çektiğimiz, ofislerin terasları ile görsel bir iletişim kuran, bir yaşam alanı oluşturduk. 

GENCER YALÇIN: Basit tanımıyla konut ‘barınacağız alan‘ demek ama barınmadan kasıt ne? Güvenliğimizin sağlandığı, iklim koşullarına uyum sağladığınız bir mekân mı? Günümüzde artık ev yaşantısı, iş yaşantısı, arkadaşlık ve sosyal ilişkiler hepsi bir arada yapılmaya başlandı. Yaşadığınız konutun bir şekilde bu temel ihtiyaçları karşılarken günümüz ihtiyaçlarına da cevap veriyor olmasına dikkat ediyorsunuz. Çağdaş konut derken insanlar birçok karmaşık şey söylüyorlar. Bence konut mümkün olduğunca sade olmalı… Çünkü insanların bir yere ait hissedebilmesi için, orada mutlu olabilmesi için, içselleştirmesi için, sahiplenebilmesi için orayla manevi bir bağ kurması gerekiyor. Bunun da asgari şartları belli... Siz, çağdaş konut yapayım derken insanlara cam bir kutu yapmamalısınız, insan ölçeğinin dışına çıkmamalısınız. İnsanın ‘yaşadığını‘ algılayabileceği bir konut tasarlamalısınız. 

Golden Tulip

DİLŞAD ÖKTEM ASLANER: Tabi bunların dışında çağdaş konut; kendi ihtiyaçlarını ve teknolojik ihtiyaçları karşılayabilmeli... Biliyorsunuz artık herkesin evinde bir çalışma alanı var, günümüz konutlarında mutfaklar kompaktlaşıyor ve giderek küçülüyor. Bir şeyler bir şeylerin içine geçiyor. Çünkü alan kullanımları pahalı, yaşam alanlarını akıllı ve fonksiyonel çözmemiz gerekiyor. İnsani bir takım şeyler eklemeniz gerekiyor; dışarıyla ilişki kurabildiğiniz, doğru ışığı alabildiğiniz, doğal havalandırma yapabildiğiniz çözümler sunmalısınız. Şimdi; iç dış yaşantının uyum içinde olabileceği mekânları oluşturmalıyız diyoruz ama konut kavramımız yirmi yıl sonra çok değişecek ve biz bu sürede insanları mümkün olduğunca bu konfor seviyesine ulaştırmalıyız. 

Günümüzde giderek artan enerji maliyetleri neredeyse her türdeki ve boyuttaki binayı zorluyor. Global ve bölgesel ekonomik sorunlarla birleştiğinde, enerji maliyetlerini düşürmek, verimliliği artırmak, sürdürülebilirlik hedeflerini karşılamak ve binayı iyileştirmek için ne gibi yenilikçi çözümlere ihtiyaç var?

EFE KAĞAN HIZAR: Yeni bir şeye ihtiyacımız yok. Sadece mevcut çözümlerin kullanımını cesaretlendirmeniz lazım. Bununla ilgili teknolojilerimiz var, çözümlerimiz var. Bir devlet politikası olarak sizin toplumu şekillendirmeniz lazım. Verimli yapılar yapalım diye tatlı tatlı söyleyerek olmuyor, bununla ilgili yönetmelikler vergiler konmalı ki bir şekil/rota oluşturulabilsin. Cesaretlendirebilmemiz için sürdürülebilir toplum olarak yol haritası oluşturmak lazım. Bu yol haritasına paralel olarak kanunları ve yönetmelikleri sağlayıp buna doğru vergi indirimleri, hibeler ya da ekstra vergilendirmeler yapmak lazım. Kişiler bunu dikkate almıyorsa o zaman buna bir vergi ödemesi lazım. Nasıl sanayi yapılarında çevresel izler konusunda yaptırımlar söz konusu ise Yapılarda da buna benzer vergiler ve kanunlar olmalı.

GENCER YALÇIN: Bizim ülkemiz zaten enerjide dışa bağımlı bir ülke. Dışa bağımlıysak enerjinin kıymetini anlamamız ve enerjiyi kontrollü harcamamız gerekiyor. Bugün uygulanacak bir yönetmelikle beş on yıl sonra bunun önüne geçebilirsiniz. Ama baktığınız zaman sektör yap-sat üzerine kurulmuş. Binamızın üstünü güneş panelleriyle kapatmak endişesi yerine güneş panelinin üretimini sağlamak endişemiz olmalı. Tabi maliyetli… Yatırımcı bunun hesabını yaptığı zaman, okul bile yapsa, geri dönüşümü en az on beş yıl… Dünya geneline baktığımız zaman binalarda enerji yetmiyor. Artık sanayide, yollarda enerji üretimi gibi müthiş şeyler yapıyorlar. Elektrik üreten yollar yapıyorlar ki elektrikli araçlar şarj olsun diye... 

Devletin bunun sanayisine el atması gerekiyor. Şimdi yeni gelişmeler var ve güneş panelleri üretmeye çalışıyoruz, umarım başarılı olurlar. Bunları yaptıktan sonra sert kurallarla kriterler koyulmalı çünkü bugün herkesin ana sorunu enerji. Dünyanın sorunu enerji...

Küçükçekmece Arena

Son olarak, yapı malzemelerin sürdürülebilirlik değerleri onları seçmenizde etken oluyor mu?

EFE KAĞAN HIZAR: Doğada iz bırakacak bir şey zaten bizi, işvereni ya da kullanıcıyı estetik olarak tatmin etmiyor o yüzden tasarım sırasında çoğunlukla eleniyor. Doğal olarak sürdürülebilir malzemeler üzerinden gidiyoruz, bu noktada toplumsal bir farkındalık oluştuğunu söyleyebilirim, doğal olmak, hakiki olmak, gerçek olmak malzeme seçimlerinde aranan nitelikler.

GENCER YALÇIN: Leed ve Breeam gibi sertifikalar tekelleşmemeli aksine monopolleşmeden uzaklaşmalı. Sertifikalandırma yöntemi çok doğru ama iki üç tane olması endişe verici. Mimarlar olarak öncelikle kendimize bakacağız. Mimarlar biliyor derken aslında bilmiyoruz tam olarak. Bilsek hep beraber adım atarız. Biz hep böyle topu başka yerlere atmaya çalışıyoruz. Bugün Leed sertifikası üzerine emek veren gönül veren çok insan var ama mimar olarak konuya tamamen hâkim olmanız gerek. Yapıcılar hâkim olmalı. Yapıcı ve tasarlayan hâkim olunca üretici de hâkim olmak zorunda kalıyor. Çünkü doğru soruları soruyorsunuz, doğru cevapları vermeyen üreticiyle çalışmıyorsunuz. 

Bir diğer önemli konu da bunun okullarda gerçekten iyi öğretilmesi gerekliliği. Sürdürülebilir yapı nedir gibi kavramsal şeylerden çok uygulayıcılarla, doğal malzemelerle, günümüzdeki inşaat teknolojilerine nasıl adapte edildiğiyle ilgili konulara ağırlık verilmeli. Böylece onlar da yapıcıya, yatırımcıya, kullanıcıya doğru yönlendirmeyi yapabilirler. 



Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)