Geleceğin Kentleri Ekoloji ve Doğayla Uyumlu Olacak

Bahadır KUL

BAHADIR KUL ARCHITECTS

Toprak zengini bir gezegende yaşıyoruz ve ülkemizde toprak zengini... Mesela İstanbul'un etrafında ormanlar ve yaşam alanları var, eskiden bu ekolojik denge korunuyordu ama biz bu dengeyi bozduk. Ne yaptık? Bir kent merkezi inşa ettik sonra da bu kent merkezini yoğunlaştırdıkça yoğunlaştırdık ve bir ur, bir kanser hücresi yarattık.

                                           

Son dönem projelerinizden biraz bahsedebilir misiniz?

Son dönemde Türkiye’de birçok kentte devam eden projelerimiz var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile birlikte birçok semtte yaptığımız spor, kültürel, ulaşım yapıları var. Bu yılın başından beri doğup büyüdüğüm şehir olan Van’da kentsel planlama ölçeğinde tüm kenti ele aldığımız bir çalışmamız oldu. Büyükşehir Belediyesi ile birlikte hem kentin üst planlaması hem de tüm kamusal donatıları ile ele aldığımız ve tüm kamusal gereksinimleri de masaya yatırdığımız bir çalışma bu. Stadyumundan terminaline, ulaşım yapılarından, kültür yapılarına kadar... Ayrıca Van’da varolan ve devam eden projelerimiz de var, özellikle Müze projemiz tamamlanmak üzere, iç mekan tasarımları devam ediyor. Yılın başında açılması planlanıyor. Bir alışveriş merkezimiz var tamamlanmak üzere, diğer yandan bir karma kompleksimiz var, kaba inşaatı bitti ince işleri başladı. Böylelikle hem yapmakta olduğum devam eden projeler hem de bütün kenti donatı eksikleriyle birlikte ele aldığım bir çalışma süreci var. 

Van’ı kentsel planlama ölçeğinde ele alıyoruz dediniz. Çalışmanızı biraz detaylandırabilir misiniz?

Büyükşehir Belediyesi Başkanı ve danışmanı ile birlikte kentin gelişim alanlarını tekrar masaya yatırdık. Bu çalışma; var olan şehir içi yoğunluğu, kent dışına yeni merkezler oluşturarak aktaran, yeni gelişim alanlarının da belirlendiği üst ölçekte bir kentsel planlama çalışması. Böylelikle sıkışan bir kent dokusunu rahatlatarak, zaten toprak zengini olan bir coğrafyayı dışarıya açarak yoğunlaşmayı önlemiş oluyoruz. Eski kent dokusunda insanlar gittikçe sıkışmaya başladılar ve talepler arttı. Dolayısıyla katlar yükselmeye başladı ama yollar ve donatılar hâlâ aynı kaldı. Ciddi bir sıkışma söz konusu ve bunun önüne geçebilmek için yeni imar planlarıyla birlikte yeni gelişme aksları ve yeni kentsel alt merkezler oluşturarak, kentin dışarıya doğru açılmasını sağlamaya çalışıyoruz. 

Van Urartu Müzesi

Çok heyecan verici çalışmalardan birisi de Van Gölü’nü tekrar kente kazandıracak olan dönüştürme projemiz. Van Gölü kıyılarının kent merkeziyle barışık olmayışı, Edremit arasında kalan ve bir koy hükmünde olan bu alanın zamanla kent merkezinden ve yukarı dağlardan tatlı suların gelip burada biriktiği, kumsalları erittiği ve bataklık alanlara dönüştürdüğü bir ekolojik alan söz konusu... Tabi bakımsızlıkla da yüzleşince kentin çöp ve atıklarının da buraya gelmesiyle tamamiyle terkedilmiş bir alana dönüşmüş durumda. Şuan yürüttüğümüz proje ile bu alanlardaki mülklerin istimlak edilerek yaklaşık üç milyon metre kare alandan oluşan bir ekolojik parka dönüştürme projemiz var. 
Yirmi yıl önce bu alan kentin bir sosyal alanı idi, çocukluğumda yüzdüğüm eğlendiğim piknik yaptığım alan, geçen bu süreçte ıssızlaştı. 

En büyük problemlerden birisi de göl yüzeyindeki suyun ani bir artışla 60 santim yükselerek kumsalları yok etmesiydi ama yıllar içinde doğa kendini yeniledi, dalgaların  etkisiyle de kumsalları tekrar oluşturdu. Bir aks geride oluşan ve altı buçuk kilometre olan bu kumsallarda en büyük sorun, geçen bu süreçte tatlı su ile tuzlu suyun karışarak ekolojik yaşam dengesinin bozulmuş olması. Şu anda yapmamız gereken ilk şey kumsalların tatlı su ile olan bağlantısını tekrar sağlamak, bunu yapabilmek için de tatlı su ile tuzlu su bağlantısını koparmak. Tatlı su yaşamını daha sağlıklı bir hale getirip ekolojik yaşamın tekrar reel hale dönüşmeşi ve ilk sağlıklı haline kavuşması bizim için çok önemli.  

Van Urartu Müzesi

Özellikle Van depreminin izlerini silmek amacıyla kentte Kentsel Dönüşüm çalışmaları daha önce başlatılmıştı. Bu çalışmalar kapsamında sizce kent nasıl ilerliyor? Sizin öneriniz nedir?
Kenti kendi başına bırakırsanız rantsal ilerler. Özellikle Van Gölü’ne yakın olan bölgede iki katlı bahçeli evlerin olduğu bir doku vardı. Yeni imar planıyla da bu doku yerini beş katlı apartmanlara terketti. Oysa ki googlemap’tan baktığınızda o yeşil dokuyu görebiliyorsunuz. Göl kıyısından başlayıp dağ yamaçlarına doğru yeşil doku azalır, yukarı doğru yollar ve binalar olarak devam eder. 

Bizim Van’da yapmaya çalıştığımız çok iyi bildiğim bu kent dokusunu korumak ve eski alışkanlıkları devam ettirmek... Çok düşük yoğunluklu, sadece iki katlı yapılara izin veren bir imar ile dönüştürüp, ihtiyaç doğan yeni konut gereksinimlerini de doğası çorak olan yerlere çekerek kentin dokusunu aynı devam ettirmeyi planlıyoruz. 

Van’da beş kattan daha yüksek yapılar yoktu ama şimdi on-on iki katlı yapılar görmeye başladık. Özellikle deprem unsurunu göz önünde bulundurarak kenti daha sert ve kayalık zeminlere çekerek, kentte yüksek katlı yapılara izin vermeden aynı dokuda devamını sağlayan bir planlama kenti yormayacaktır.

City Van Avm

Yaşanabilir çevrelerin kurulmasında ve sürdürülebilmesinde mimarın rolü nedir? 

Mimarlıkta sürdürülebilirlik çok önemli; siz kenti iyileştirirsiniz, iyileştirirken de bir şeylere çözüm üretmek zorundasınızdır yoksa kentli kendi çözümünü bulur. Yeni kent planlamasında üst ölçekten bakmak kentin sağlıklı büyümesine neden olur. Kamusal alanları iyileştirerek kentin tüm ticari, turizm ve sosyal aktivitelerini iyileştiriyorsunuz. Böylelikle daha sağlıklı bir büyüme sağlamış oluyorsunuz ve bütün bunlar mimar kalemiyle oluyor. 

Son dönem konu başlıklarından biri olan geleceğin kentleri, kentlerin geleceği hakkında görüşleriniz nelerdir? Sizce geleceğin kent senaryosu nasıl olacak?

Ne kadar çok yükselirseniz yoğunluğunuz o kadar artmaya başlar. Yapı kütleleri arasında ne kadar boşluk olursa olsun yüksek yapılar kentte gölgelenme yapar ve güneşin etkisini artırıp ısı tüpüne dönüşür, iklim dengelerini bozar. Örneğin; aynı kentte olmamıza, aynı güneşe ve aynı rüzgara tabi olmamıza rağmen Bebek ile 4 Levent arasında yazın beş derece sıcaklık farkı oluyor. Çünkü betonlaşma ve yüzey artırma dengeleri bozmaya başlıyor ancak, yatayda yayıldığınız zaman böyle problemleriniz olmuyor. Dolayısıyla geleceğin kentlerinin en belirgin özelliği ekolojik ve doğayla uyumlu olmaları olacak. 

İnsanlar artık sağlıklarına daha fazla özen gösteriyorlar ve daha az katlı, bahçeli konutları tercih etmeye başladılar. Yüksek katlı yapıların olduğu sıkışık alanlarda mutsuz olduklarını gördüler. Ben Bebek’te yaşıyorum, dokumuz yeşil ve evim koruya yakın olmasına rağmen Riva’da dört tarafı orman olan bir arazide Bi’Nevi Atölye’yi  kurarak workshop çalışmalarımızı oraya taşıdım. Hafta sonları arkadaşlarımla sosyal zamanlarımı orada geçiriyorum, organik tarımla uğraşıyorum. Geleceğin kentlerinde de çiftçilik bir gereksinim olacak ve siz çocuğunuza kendi ellerinizle yetiştirdiğiniz sebze ve meyveleri vermek isteyeceksiniz. Dolayısıyla geleceğin kentlerinde bir yere sıkışıp yükselmek yerine daha çok yayılmış, doğayla iç içe olmuş yapılaşma olacak. 

Bi'Nevi Atölye

Yapının temel bileşenleri olan malzemeler özellikle çevre duyarlı yapılaşma konusunda önemli bir yere sahip. Ülkemizdeki yapı malzemesi sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Üretici firmaların AR-GE çalışmaları ve teknoloji yatırımları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Gelişen mimarlık dünyası ile birlikte mimarlıktan beklentiler de değişti. Yapının ekolojik gereksinimlerine cevap veren, doğayla barışık, havayı kirletmeyen, enerjisini kendi üreten, daha az ısı alışverişi yapan ve bir yandan da malzemelerle buna destek olan bir bütünden bahsediyoruz. Kullandığımız bütün malzemelerin de kanserden arındırılmış, içerisinde petrol türevi olmayan doğal malzemeler olması gerekiyor. Türkiye’deki malzeme firmaları da son yıllarda Avrupa’daki sertifikalı malzemelere ayak uydurma adına AR-GE çalışmalarını geliştirdiler ve çalışmalar yapıyorlar ama yine de yeterli değil bence ve daha hızlı olmaları gerekiyor. Biz yerel malzemeler kullanmak istiyoruz ama tam anlamıyla doğa dostu, sürdürülebilir bir yapı yapmak istediğimizde yine ithal malzemeler kullanmak zorunda kalıyoruz. Dolayısıyla ülkemizdeki yapı malzemesi firmaları AR-GE çalışmalarını hızlandırırlarsa hem daha sürdürülebilir olacak hem de paramız ülke içinde kalacak, böylece ekonomik bir duruşta sergilemiş olacağız. 

Bi'Nevi Atölye

Bir proje hayata geçireceksiniz, bütçeniz sınırsız, tasarımınıza hiç kimse müdahale etmeyecek...Bu proje nerede olurdu? Fonksiyonu ne olurdu ve ağırlıklı olarak hangi malzemeyi kullanmayı tercih ederdiniz?

İlk fırsatta ne yapmak isterdiniz sorunuza cevap olarak “bir ekocity yapmak isterdim” diyebilirim. Doğal yaşam izlerini hiç bozmamış, olduğu gibi korunan, bulunduğu coğrafyanın iklimine ve topoğrafyasına uymuş, kendi enerjisini kendi üretebilen ve sağlıklı doğal malzemelerden üretilmiş bir şehir yaratmak isterdim. Bunun için Datça gibi bir çok yer düşündüm ama ülkemizde heryerde olabilir aslında. Malzeme olarak da o bölgenin doğal malzemelerini kullanırdım, mesela Van’a yaparsam topraktan, kerpiçten yapardım. 

Tarihi şehirlerimize bakarsanız taştan ve ahşaptan yapılmış olduğunu görürüz, başka malzemeleri yokmuş zaten. Yıkılmış yıpranmış halde dahi olsalar o dokuya baktığınız zaman sizi hiçbir şekilde yormuyor. O silüetler, o kademeler... resmen doğa neye izin vermişse o şekilde bir yaşam alanı kurulmuş, doğayla barışık olmuşlar doğa da onlarla barışık olmuş. Ben geçmişten ilham alıyorum ve geçmişi tekrar etmenin peşindeyim, bu uç bir hayal değil sadece iki bin, üç bin yıl öncesinden ilham alıp aynı şeyi yaratmanın peşindeyim. Geçmişten örnek alıp araştırıyorum, basit bir antik kent bile bunun ipuçlarını bize veriyor. Dolayısıyla en büyük hayalim böyle bir proje hayata geçirip; dünyada insanlığın eski yaşamlarda nasıl mutlu olduğuna ve nasıl sağlıklı kaldıklarına bir örnek teşkil edecek bir proje hayata geçirmek istiyorum. 

Toprak zengini bir gezegende yaşıyoruz ve ülkemizde toprak zengini... Mesela İstanbul’un etrafında ormanlar ve yaşam alanları var, eskiden bu ekolojik denge korunuyordu ama biz bu dengeyi bozduk. Ne yaptık? bir kent merkezi inşa ettik sonra da bu kent merkezini yoğunlaştırdıkça yoğunlaştırdık ve bir kanser hücresi, ur yarattık. Dolayısıyla bu ur bir noktadan sonra her tarafa sıçramaya başladı ve bugün biz bir kanserin içinde yaşıyoruz. Oysa ki artık daha sağlıklı, daha homojen dağılmış bir gezegende doğru yaşam alanlarında yaşamak istiyoruz. Benim yapmak istediğim proje de insanlara bir örnek olsun ve geleceğe ilham olsun istiyorum.



Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)