Beklenen Deprem Hakkında Tahminleri Bırakıp, Atmamız Gereken Adımları Atmalıyız

Ytong Aktüel Dergisi  için İstanbul Depremi konusunda Prof. Dr. Alper İlki ile yapılan röportaj...

1999 yılında yaşanan büyük depremin ardından uzun bir aradan sonra 26 Eylül 2019 tarihinde ciddi şekilde hissedilen bir deprem yaşadık. Öncelikle bu depremi nasıl yorumladığınızı öğrenmek isteriz. 

26 Eylül’de yaşanan deprem 1999 Kocaeli depreminden çok daha hafif bir depremdi  dolayısıyla İstanbul’un çok büyük bölümü, 1999 Kocaeli depreminden daha büyük bir deprem ile test edilmedi. Bu depremde, İstanbul’un önemli bir bölümünde yapıların 1999 yılında gördüğü hasardan daha fazla hasar görmesi beklenmez. Bununla birlikte, 26 Eylül Marmara depremi  iyi bir hatırlatma ve uyarı oldu. 

Prof. Dr. Alper İlki İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Yapı ve Deprem Mühendisliği

Peki bu depremden sonra neler oldu? Beklenen büyük İstanbul depremi ile ilgili bir faydası var mı?

Gerek ilgili idareler gerekse İstanbul ve civar bölge halkı durumun ciddiyetini bir kez daha hatırlamış oldu. İyi bir hatırlatmaydı çünkü can kaybına neden olmadı. Deprem etkilerine karşı hazırlık konusunda devam etmekte olan çeşitli çalışmalar zaten vardı, bunların önemi daha iyi anlaşıldı. Önemli konulardan biri okulların güçlendirilmesi çalışmalarının yeniden gündeme gelmesi oldu. İstanbul Proje Koordinasyon Birimi (İPKB), İstanbul özelinde 1000’den fazla okulun güçlendirilmesini veya yeniden yapılmasını gerçekleştirdi. Bu çok önemli, çünkü deprem anında öğrencilerin güvende olmalarının sağlanması yanında okullar, büyük depremler sonrası tahliye yerleri olarak kullanılması gereken yapılardır. Büyük bir deprem olup binalar hasar gördüğünde insanlar evlerine giremeyecek, daha güvenli yapılarda barınma ihtiyacı olacaktır. Hatta konutlar kayda değer bir hasar görmese bile, insanlar hasar tespit çalışmaları tamamlanıncaya kadar bu binalara girmeye çekinecek, bu da geçici barınma ihtiyacını daha da çok arttıracaktır. Büyük bir deprem sonrası hasar tespit işlemlerinin uzun bir zaman alacağı düşünüldüğünde, okul yapılarının sağlam olması ve geçici barınma mekânı olarak kullanılabilmesinin önemi daha da iyi anlaşılacaktır.

Geçen haftalarda DASK yetkilileri ve üniversitemizden bir grup öğretim üyesi ile birlikte yetkili idareler tarafından ağır hasarlı olarak belirlenen çok sayıda yapıyı inceledik. Ve ulaştığımız sonuç şu oldu: Bu binaların çok büyük bölümü deprem nedeniyle hasar görmemişti. 1970-80’lerde yapılan bu binalarda, niteliksiz yapıldığı için zamana bağlı olarak demirlerin paslanması, beton örtüsünün dökülmesi gibi hasarlar söz konusuydu. Oysa, ilgili kurallara uygun projelendirilip, inşa edilmiş bir betonarme binanın ömrünü bu kadar kısa bir sürede tamamlaması beklenmez. Benzer şekilde ağır hasarlı olduğu düşünülen okul yapılarındaki bu hasarların nedeni de yaşanan son deprem değil, niteliksiz malzeme ve uygulama nedeni ile taşıyıcı eleman donatılarının korozyona uğrayarak, etkili enkesitlerinin küçülmesi ve betonda çatlama - dökülmelere neden olmasıdır.

İstanbul Valiliği İstanbul Proje Koordinasyon Birimi (İPKB) tarafından, risk azaltma projesi İSMEP kapsamında, yeniden yapılan Alibeyköy Anadolu Lisesi


Depreme karşı adeta zamanla yarıştığımız bugünlerde yıkıp yeniden yapmak yerine yapıları güçlendirmek daha gerçekçi bir çözüm olabilir mi? Güçlendirmesi yapıldığı halde hasar gören okul binaları hakkında çıkan haberler konusunda ne düşünüyorsunuz? 

Güçlendirmenin daha fazla öne çıkarılması gerektiğini düşünüyorum. Yavaş yavaş idarelerin de bu konuyu değerlendirmeye başladığını görüyorum. Çünkü tüm yapı stokunun yıkılıp yeniden yapılması çok kolay değil. Son yıllarda inşaat sektöründe yaşanan durgunluk kentsel dönüşüm sürecini de yavaşlattı. Bu nedenle daha ekonomik ve hızlı olan güçlendirme opsiyonunun değerlendirilmesi gerektiği söylenebilir. Güçlendirme ile şüphesiz binanın bütünündeki genel eksikler tamamlanmayacak, bina yine eski bir bina olacak ama en azından can güvenliği sağlanacaktır. 

Çeşitli nedenlerle, pek çok yerde güçlendirme daha hızlı, daha ekonomik ve daha kolay bir çözüm olabilir. Artık çeşitli yeni teknoloji ve malzemeler var. Binanın mimarisini ve fonksiyonlarını daha az etkileyecek ve binada oturanlara daha az rahatsızlık verecek çeşitli yöntemler var, bunların daha yaygın olarak kullanılması düşünülebilir. 

Okul binaları, diğer binalara göre daha büyük depremlere dayanacak şekilde tasarlanır. Yani 26 Eylül’de yaşadığımız depremden çok daha büyük bir depremin etkileri dikkate alınarak tasarım yapılır. Dolayısıyla bu depremde okul binalarının ağır hasar görmesi beklenen bir durum değildir. Bu konuda yanlış bir değerlendirme / bilgilendirme yapıldığını düşünüyorum. Çok daha büyük bir depreme göre tasarlanmış ve inşa edilmiş, güçlendirilmemiş bir okul binasının bile ağır hasar görmesi için, öncesinde İstanbul’daki pek çok gecekondunun, mühendislik hizmeti alınmamış, kat eklenmiş, düşey yükler altında bile sınırlı güvenliğe sahip binaların yıkılması beklenir. Bu tür yapılar yıkılmazken, ağır hasar görmezken, belli bir projeye göre ve denetimler ile yapılmış, içinde betonarme taşıyıcı duvarları olan okul binalarının ağır hasar görmesi mümkün değil, özellikle de güçlendirme sonrası. Zaten okul binalarının ağır hasar alması öncesinde duvarlarının çatlaması ya da yıkılması lâzım, görünürde böyle bir durum da söz konusu değil.  


Güçlendirme ile güvenli olmayan bir binayı gerçekten depreme dayanıklı hale getirebiliyor muyuz?

Çeşitli teknikler ile %100 olmasa bile buna yakın bir oranda mevcut binaları depreme dayanıklı hale getirmek mümkün. Bu biraz maliyet meselesi, yıkıp yeniden yapmanın maliyeti ile güçlendirmenin maliyetini karşılaştırarak karar vermek gerekiyor. Bina çok kötüyse yapılacak müdahale de fazla olacağından maliyet artıyor. Ama genelde sadece taşıyıcı sisteme müdahale edildiği için maliyet yeniden yapmanın bir hayli altında kalıyor. Ortalama olarak güçlendirme maliyeti, yeniden yapım maliyetinin %20-30’u düzeyinde kalıyor. Ve alışılagelmiş yapılar için dünya genelindeki yaygın kabul, bu oranın %40’a kadar olması durumunda güçlendirmenin tercih edilmesi, güçlendirme maliyetinin, yeniden yapım maliyetinin %40’ını aşması durumunda ise yıkım ve yeniden yapım söz konusu olmaktadır. Tabii bazı özel durumlarda, örneğin hastane gibi kapatamayacağınız, yıkıp yeniden yapamayacağınız binalarda maliyete bakılmaksızın güçlendirme yapmak daha doğru bir yöntem olabiliyor. 

Güçlendirme esnasında bina içinde yaşam devam ediyor mu, yoksa tahliye gerekiyor mu?

Binanın yapısal ve mimari özelliklerine ve kullanım durumuna bağlı ama güçlendirme çok kolay bir işlem değil. Bazı durumlarda kısmi boşaltmalar ile süreci de uzatarak tahliye edilmeden de güçlendirme mümkün olabilir ama genel olarak binayı boşaltmak gerektiğini söyleyebilirim. Çünkü sonuçta bir inşaat işi yapılıyor, iş güvenliği ve insanların güvenliği ile konforu açısından binayı boşaltmak daha uygun olur.

1990 öncesi inşa edilmiş yapılar çok ciddi risk taşıyor. Bu dönem inşa edilmiş olan mevcut yapılar içinde can güvenliğini sağlayacak binaların maalesef oldukça az olduğunu söylemek mümkün.

İstanbul’daki yapı stoku ile ilgili güçlendirme ya da yenileme konusunda bilimsel bir envanter var mı? Oransal olarak bir sayı verebilir misiniz?

İstanbul’un her bölgesi için ve bina bazında çok gerçekçi olduğunu söyleyebileceğimiz bir envanter mevcut değil maalesef. İstanbul master planı sonrasında çeşitli ilçelerde yapılmış bazı çalışmalar var. Ama bunların önemli bir bölümü sokak taraması olarak tanımlanan, yüzeysel bir değerlendirmeye dayalı verilerden oluşuyor. Bu bilgiler ancak bölgesel bazı kararların alınması konusunda kullanılabilir.

Bir binanın depreme dayanıklı olup olmadığını gerçekçi olarak belirlemek için belli metodolojiler var. Bunlar betondan numune alınmasını, demirlerin ve taşıyıcı sistem elemanlarının incelenmesini, zemin özelliklerinin araştırılmasını ve yapının modellenmesi ile çeşitli tahkikleri içeren kapsamlı bir çalışma gerektiriyor. Böyle bir çalışma sonucunda, bina bazında mevcut yapıların deprem performansının elde edilmesi mümkün. Bu detaylı değerlendirme çalışması ile sokak taraması arasında, ikinci seviye değerlendirme yöntemlerini kullanarak, binaları deprem performansları açısından derecelendirmek / öncelendirmek de mümkün. İkinci düzey incelemeler için ülkemizdeki üniversiteler tarafından geliştirilmiş PERA ve Durtes gibi çeşitli yöntemler bulunmaktadır. Bu yöntemler, detaylı değerlendirmelere göre çok daha ekonomik ve hızlı şekilde gerçekleştirilebilmektedir.

Bir rakam veremiyorsunuz o halde...

Bugüne kadar çok sayıda bina incelemiş durumdayız. Bu tecrübeden yararlanarak mevcut binalardaki durumu genellemek mümkün görünüyor. Maalesef 2000 yılından önce yapılan binalarda gerek o zaman yeterince etkin olmayan denetim sistemi ve mühendislik hizmetleri, üstün körü yapılan projeler ve uygulamadaki pek çok hata sebebiyle ortaya çıkan binalar, olması gerekenden çok daha zayıflar. Bahsettiğim 1970-80 ve hatta 90’ların binaları. 

Sonuç olarak bana sorarsanız; 1990 öncesi inşa edilmiş yapılar çok ciddi risk taşıyor. Bu dönem inşa edilmiş olan mevcut yapılar içinde can güvenliğini sağlayacak binaların maalesef oldukça az olduğunu söylemek mümkün. Tersi de geçerli, mükemmel olmasa da bağımsız bir denetim sisteminin olması, malzeme sektöründeki gelişmeler, 1999 depremlerinin yarattığı bilinç, Türkiye’nin ekonomik durumunun iyileşmesine bağlı olarak büyük müteahhitlerin yapı sektöründe yer almalarının getirdiği oto kontrol, deprem yönetmeliğinin revizyonu ve bu yönetmeliğin daha uygulanabilir olması, mühendislerin ve alıcıların daha bilinçli olması gibi sebepler ile 2000 yılından sonra yapılan binalarda yapı kalitesinin kayda değer düzeyde arttığını söyleyebiliriz. 

Sizi yakalamışken sormamak olmaz. Beklenen İstanbul depremi kaç şiddetinde, nerede ve ne zaman olacak?

Evet güzel soru ama benim de cevabını bilmediğim bir soru. Hatta bu sorunun cevabını bilen herhangi bir kimse olduğunu sanmıyorum. Benim söyleyebileceğim tek şey depremin olacağı... Ne zaman, nerede ve kaç şiddetinde olacağını tahmin etmek mümkün görünmediğine göre, önemli olan tahmin konusunu  bir kenara bırakıp, kayıpları azaltmaya yönelik atmamız gereken adımları atmak. 2019 yılında Türkiye Deprem Riski haritası yenilendi ve en güncel bilgiler bu haritada yer alıyor. Bu haritada Türkiye’nin her noktasında tüm koordinatlar için depremler karşısında dikkate alacağımız tasarım parametreleri belli. Şu anda evinizin koordinatlarını veya adresinizi girdiğinizde deprem tasarım parametrelerini öğrenebiliyorsunuz. Bilinen deprem tehlikesine karşı önlem alırsak, binamızı depreme dayanıklı duruma getirirsek, zaten can güvenliğimizi sağlayacağımızı düşünebiliriz. 

Yönetmeliğin kapsamı çok genişledi ve hacmi 2-3 kat arttı. Hem mevcut bölümlerle ilgili daha fazla detay geldi hem de yeni bazı bölümler eklendi. 

Deprem konusunda 1 Ocak 2019 tarihinde yürürlüğe giren yeni bir yönetmelik var. Bu yönetmelik ile neler değişti?

Öncelikle yönetmeliğin ismi değişti. Eskiden ‘Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkındaki Yönetmelik’ olarak isimlendirilmişti. Şimdi ise ‘Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği’ oldu. Yönetmeliğin kapsamı çok genişledi ve hacmi 2-3 kat arttı. Hem mevcut bölümlerle ilgili daha fazla detay geldi hem de yeni bazı bölümler eklendi. Örneğin, yüksek binalar, taşıyıcı olmayan elemanlar, temel yalıtım sistemleri, hafif çelik yapılar için özel bölümler eklendi. Ayrıca az katlı düzenli binalar için basitleştirilmiş hesap ve tasarım esaslarını içeren yeni bir bölüm eklendi. Bununla beraber yığma yapılar bölümüne Ytong’u da yakından ilgilendiren bir ekleme yapıldı. Bugüne kadar yığma yapılar bölümünde sadece donatısız yığma vardı. Yeni yönetmelikte bu tür yığma yapıların kullanımı bir hayli sınırlandırıldı ve üç yeni daha iyi deprem performansına sahip yığma yapı türü tanımlandı. Bunlar kuşatılmış yığma yapı, donatılı yığma yapı ve donatılı gazbeton panellerden oluşan yığma yapılar olarak belirlendi. Donatılı gazbeton panellerle oluşturulan yığma yapı sistemlerinin yeni deprem yönetmeliğinde tanımlanması Türkiye Gazbeton Üreticileri Birliği’nin öncülük yaptığı kapsamlı bir araştırma projesi sonucunda gerçekleşti. Bu araştırma projesi kapsamında sektörün büyük kuruluşlarının desteği ile Türkiye’nin iki köklü üniversitesi olan İTÜ ve ODTÜ’de deneysel ve teorik çalışmalar yapıldı. Bu çalışmaların sonucunda, donatılı gazbeton panellerden oluşan binaların tasarım ve yapım esasları yeni yönetmelikte yerini aldı. Dolayısıyla uzun süre sonra farklı ve yeni bir yapım sistemi ilk kez deprem yönetmeliğine girmiş oldu. Ayrıca yeni yönetmelik ile birlikte en güncel bilgilere dayalı olarak hazırlanmış olan yeni Türkiye Deprem Tehlikesi haritası da yürürlüğe girdi. 

Uygulamayı radikal anlamda değiştirecek düzenlemeler var mı? Bunlar hakkında detay alabilir miyiz? 

Yeni yönetmelikte betonarme kolon enkesit boyutlarının artması, betonarme taşıyıcı duvar ve yığma duvarların kalınlıklarının büyümesi gibi önemli değişiklikler yer alıyor. Bunlarla beraber kolonlardaki düşey donatı birleşimleri ile ilgili önemli bir değişiklik söz konusu; daha önce döşeme seviyesinde yapılan bindirmeli ek işleminin yeni yönetmelikle kolon yüksekliğinin ortasında yapılması isteniyor. Bu değişikliğin nedeni, kolon yüksekliğinin orta bölgelerinde gerek düşey yükler, gerekse deprem etkileri altında eğilme moment değerlerinin oldukça düşük olması. 

Pratikte uygulamayı ciddi şekilde etkileyecek konulardan bir diğeri yine Ytong’u da yakından ilgilendiriyor. Daha önce bölme duvarlar betonarme kolon ve kirişlerden oluşan çerçevelerin içini tam olarak dolduracak şekilde, duvar ve betonarme elemanlar arasında boşluk bırakılmadan örülüyordu. Bu durumda, deprem sırasında bina yerdeğiştirme yaptığı zaman duvarlar hasar görüyordu. Çünkü duvarlar, kolon ve kirişlere göre daha gevrek ve kırılgan elemanlar. Taşıyıcı olmayan bölme duvarların hasarları farklı olumsuz sonuçlara neden oluyordu; öncelikle küçük bir depremde bile duvar hasarı oluştuğu zaman sanki bina çok zayıfmış algısı oluşuyor, binanın ağır hasarlı olduğu izlenimi ortaya çıkıyor, insanlar bu durumdan endişe edip, evlerini terk ediyordu. 

Bazen algıdan da öte taşıyıcı sistemde sorun olmamasına rağmen bölme duvarlar büyük hasar gördüğü için bina kullanılamaz hale gelebiliyordu. Bazen de, bu durumun tersi olarak, özellikle duvarlar sağlam ve duvarları çevreleyen betonarme elemanlar zayıf ise, duvar köşelerinde yoğunlaşan etkiler kolonların uç bölgelerine hasar verebiliyordu. Duvarların olası hasarlarını ve kolonlarda oluşabilecek olumsuz durumları engellemek / azaltmak üzere yeni yönetmelikte farklı bir uygulama getirildi. Bu uygulama, duvarların betonarme sistemden ayrılması, kolonlara ve üstten kirişle tam temas etmeden, arada boşluk olacak şekilde, belli bağlantı noktalarından taşıyıcı sisteme sabitlenmesi şeklinde. Duvar ve betonarme elemanlar arasında bu boşluğun bırakılmaması durumunda ise deprem etkileri altında oluşmasına izin verilen yerdeğiştirmelere daha katı sınırlar getirilmekte, taşıyıcı sistemin yatay öteleme rijitliğinin arttırılması gerekmektedir. Tabii, bunların pek çoğu hem ilave maliyet, hem de yeni ve etkili yapım detaylarının  geliştirilmesi anlamına gelmekte. Bu açıdan, duvar malzemesi üreticilerinin araştırma süreçlerini başlatıp, yeni ve etkin çözümler üretmesi gerekiyor. 

Bu arada yeniden ve yeni bir deprem yönetmeliği komisyonu oluşturulmuş durumda. Bu komisyonun öncelikli amacı, yeni yönetmelik konusunda gelen tepkiler, uygulamadaki zorluklar ve benzeri problemler dikkate alınarak yönetmelikte kısa sürede düzenlenmesi mümkün olan acil değişikliklerin yapılması. 

Ayrıca henüz ülkemizde uygulanmayan ancak mevcut binaların riskinin azaltılması konusunda faydalı olacağına inandığım bir uygulamadan bahsetmek istiyorum. İtalya’da kısmi güçlendirme diyebileceğimiz, binayı tümüyle incelemenin zorluklarını kaldıran bir yöntem uygulanmaya başlandı. Örneğin binanın çok zayıf bir noktası var ve siz bunu biliyorsunuz, İtalya’da hesap yapmadan lokal olarak bu zayıflığın giderilmesine izin veriliyor. Çoğunlukla da, orada da Türkiye’de olduğu gibi çok sayıda binanın kolonlarında enine donatılar olması gerekenden az olduğu için, kolonların dıştan lifli polimer kumaş ile sargılanması yoluna gidiliyor. Bu şekilde, binanın zayıf noktasını güçlendirip riski ciddi şekilde azaltmış oluyorsunuz. Bu bana, özellikle daha iyi müdahalelerin yapılamadığı durumlar için iyi bir seçenek gibi geliyor. 

Yönetmelikler hazırlanıyor ve uygulamaya alınıyor. Peki sahada binaların yönetmeliğe uygunluğunu denetleyen mekanizma nasıl çalışıyor? Süreçten büyükşehir belediyeleri mi, yoksa ilçe belediyeleri mi sorumlu?

Yeni sistemde ilçe belediyelerin süreçte pek doğrudan rolü bulunmuyor. İmar durumuna uygunluk konusunda ilçe belediyesi gerekli denetimleri yapıyor ama statik anlamda denetimleri yapan  bağımsız firmalar tanımlanmış durumda. Gerek projelendirme gerekse uygulama esnasındaki teknik problemlerden bu denetim firmaları sorumlu. Denetim firmalarını eskiden müteahhit kendisi seçiyordu ve maalesef süreç çok güvenli işlemiyordu. Yeni yapılan bir düzenleme ile denetim kuruluşunun atamasını idare yapıyor. Bunun daha güvenilir bir sistem olduğunu düşünüyorum.

Kaynak: Ytong Aktüel Dergisi, Sayı 51, Sayfa 14-18


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)