Mimarlığın Doğallıkla Kurduğu İlişki Önemli

HAKAN DEMİREL

SUYABATMAZ & DEMİREL

ERSA Sponsorluğunda

Fotoğraf : Can Görkem Halıcıoğlu

Çok fazla işlem görmemiş, saf ve yaşanmışlıkla kuvvetlenecek malzemeleri seviyorum. Biz her şeyi plastikleştirdikçe, steril, baskılı, dondurulmuş bir şekilde kullandıkça belki hiç bir sorun yaşamayacağız; ama hayatımızı da çok mutlu, mesut yaşayamayacağız. Bundan dolayı mimarlığın doğallıkla kurduğu ilişki önemli, her şeyi mükemmeleştirmeye gerek yok.

Sizce mimarlığın sürdürülebilirlik ve ekolojik boyutu nedir? Ülkemizde yapılan çalışmalarda bu kavramların doğru algılandığını ve uygulandığını düşünüyor musunuz?


Günümüzün konusu bu ama yeni bir gündem konusu değil, hep vardı ve bence hayat devam ettikçe devam etmesi gereken bir konu. Eskiden insanlar ihtiyaç duydukları yapıları yapıyorlardı ve bu oldukça sürdürülebilirdi. Bugün ihtiyaç fazlası oldukça fazla yapı üretiliyor. Sanki iki yılda seksen yıllık inşaat yapılmaya başlanıyor, yapının yeşilmiş gibi görünmesini sağlayacak bazı formüllerle süslenmeye, makyaj yapılmaya başlanıyor. Bu, işin en tehlikeli ve kritik kısmı, ama yapı bulunduğu yer ve coğrafyadaki insanlarla, yakın çevresi ile binalarla yani her şey ile iletişim halinde.


Bir yapıyı en iyi yapan şey sürdürülebilir ve yeşil olması değil; ama bütünün içerisinde olmazsa olmaz bir şey. Dolayısıyla yapıyı yaparken birçok şeyi düşünmek gerekiyor ve biz bunları biraz hızlıca düşünmeye ve üretmeye başladığımız için de üstünde konuşurken bir kılıfa geçirdiğimiz ve onun üstünden konuşmaya çalıştığımız bir hal alıyor. Öğrencilik zamanımızda da popüler bir konuydu ve bende yüksek lisansımı bu konuyla ilgili yaptım. O zaman araştırmaya ve düşünmeye başladığımda yeşil diye tarif edilen şeyin aslında mimari içerikten bağımsız bir şekilde üretildiğini gördüm. Tabiki yapıların enerji tüketimlerinin azalması, kendi kendilerine yetmesi önemli bir konu ama bence yapının yerellikle kurduğu ilişki de oldukça önemli. Bu, puanlarla tamamlanabilecek bir konu değil, gazeteden kupon biriktirir gibi kaçırdığınız kuponlar yerine yedek kuponlar almanız gibi bir şey değil. Kentle ciddi anlamda ilişkisi olan bir konu ve bu yüzden bir puanım eksik diye zorlamak yerine yapıya bir şey yapmak kadar yapmamak da önemli... İlla bir hedefe kitlenmiş şekilde sertifika peşinde koşmamak lazım diye düşünüyorum. Binalar böyle sertifikalarla taçlandırılacak yapılar değil, onların hepsini zaten yapabiliyor olmamız lazım. Bu, işin biraz bizi masada yalnız bırakan tarafı. Hiç bir itirazınız olmamasına rağmen paylaşamadığınız bir bilgi yumağı.

Günümüzde insan sağlığına ve çevreye duyarlı malzemelere artık ülkemizde de ulaşmak mümkün. Bunların tüketiciler tarafından kabulü konusunda ve Türkiye’deki durumu ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Malzemeyi doğal ve yapay olmak üzere basitçe ikiye ayırabiliriz. Doğal bir malzeme ile üretilmiş bir malzemeyi karşılaştırdığımızda her ikisinin de birbirinden daha iyi olduğu, daha öne geçtiği tarafları var. Örneğin mermerden bahsedersek, mermer kullanışsız bir malzeme diyebilirim; temizlekte zorlanıyoruz, bir şey döküldüğünde iz kalıyor ve seramik kullanalım diyoruz. Bu seramik iyi mermer kötü diye bir sınıflandırma da değil ama bir şeyleri tanımadan sadece kulaktan dolma bilgilerle kullanmaya devam ediyoruz. Bu her şey için geçerli, ısıtma sistemleri için bile... Biz biraz çabuk ikna oluyoruz, bu da kimin işine nasıl geliyorsa o şekilde yönlendirmesine kolaylık sağlıyor. Mimarların; kendisini, malzemeyi ve kullanıcıları daha iyi anlamaları gerekiyor.

Peki sizin kullanmayı en çok tercih ettiğiniz yapı malzemeleri hangisi?
Birkaç tane söyleyebilirim; ahşap kullanmayı seviyorum; çünkü hissini çok seviyorum. Masam da ahşap... Tabiki ahşabı heryere koymak değil bu, tabanda ahşap çok gerekmedikçe kullanmıyorum. Bazen süreklilik adına mesela bir sinema yaptığınızda taban, duvar her şey ahşap olabiliyor. Aslında taşı da seviyorum, mermeri de... Öyle mermerler var ki; taş ocağına mermer seçmeye gittiğimizde saatlarce çıkamıyorum, bir doğa mucizesi, kocaman plakaların içinde inanılmaz desenler var.

Çok fazla işlem görmemiş, saf ve yaşanmışlıkla kuvvetlenecek malzemeleri seviyorum. Biz her şeyi plastikleştirdikçe, steril, baskılı, dondurulmuş bir şekilde kullandıkça belki hiç bir sorun yaşamayacağız ama hayatımızı da çok mutlu, mesut yaşayamayacağız. Bundan dolayı mimarlığın doğallıkla kurduğu ilişki önemli, her şeyi mükemmeleştirmeye gerek yok.
Aslında malzeme, yaptığınız yapının kimliğiyle en iyi şekilde nasıl örtüşecekse ona göre değişiyor, bu bazen taş oluyor ama bazen de ahşap... Bunların hepsi yapıların işlevi ve ölçeğiyle de alakalı.

Malzemeyi doğal ve yapay olmak üzere basitçe ikiye ayırabiliriz. Doğal bir malzeme ile üretilmiş bir malzemeyi karşılaştırdığımızda her ikisinin de birbirinden daha iyi olduğu, daha öne geçtiği tarafları var.

Mar Yapı ile birlikte yaptığınız projelerden ve G-YOO projesinden bahsedebilir misiniz?

Mar Yapı ile ilk 2008 yılında tanıştığımızda bize bir proje getirdiler ve ekolojik bir bina yapmak istiyoruz dediler. Böylece çalışmalarımıza başladık ve Ekopark İstanbul, Güneşli Housing, G Plus ile G Plus Sale Office, Divan Express ve Tri-G Rotana gibi çok keyifli projeler tasarladık. Özellikle ilk projemiz olan Ekopark projesi bizim için çok önemli kritik bir projeydi. Çünkü lokasyonu nedeniyle ofis olamayacağına karar verilip konuta çevrilmesi istendi ama biz yarın burası konut da olmayabilir diye düşünüp onlara söylemeden bütün binayı bir otel odası büyüklüğünde tasarlayalım dedik, böylece ofiste olur, konutta olur, kısaca istediğimiz her şeye dönüşebilir diye düşündük. Binanın inşaatı başladıktan hatta birinci kulesi inşaa edildikten sonra da Mar Yapı Divan Koç Grubuyla görüşmeye başladı ve yapının bir kısmını otele çevirmek istediler. 3G’yi tasarlarken de bize ofis binası yapalım dediler. Biz onlara bir tane ofis, bir tane konut ve bir tane de otel tipi yapı tasarladık. Önce ofis yapmakta kararlıyken yüzde 40’ı otel, yüzde 60’ı da otelle birlikte işleyecek rezidans oldu. Bu bizim için bir tesadüf değildi, bizim için sürdürülebilirlik böyle bir şey...

G-YOO projesiyle ilgili olarak da 2015’e geldiğimizde hala projeyle ilgili daha iyi ne yapılabilir diye düşünülüyorken bu gün projenin iç mimarisini Philippe Starck yapıyor. Philippe Starck projeyle ilgili olarak “dünyada birçok projeyle karşılaşıyorum ama bu kadar basit, sade ama bu kadar yenilikçi çok nadir proje görüyorum” dedi ve bu bizim için çok gurur vericiydi... Biz projenin tamamını tasarlamıştık aslında, iç mimarisini değil ama yerleşimlerini, statiğini ve mekaniğini bitirmiştik. Konutların içini, havuzları, saunaları ve giriş lobilerini ise Philippe Starck tasarladı.

Kendinize bir yapı yapsanız, bu yapı nerede, nasıl olurdu ve hangi malzemeyi kullanırdınız?

Nerede olurdu ona cevap verebilirim, nasıl olurdu bilmiyorum yeri görmem lazım derim, tasarladığım binadan sonra da nasıl bir malzeme olacağına karar veririm. Yani bunların hepsi kafamda asla birarada olabilicek şeyler değil; çünkü böyle bir yer yok henüz. Herhangi bir yer için bir proje tasarlayacak olmak asla istemem, dolayısıyla benim için her şeyden daha önemlisi onun bulunduğu yer, yerin etrafla nasıl bir ilişkisi olduğunu görmek. Bunu ilk günde bilemeyebilirim, belki aylarca sürebilir hatta kendime yaparsam yıllarca bile sürebilir. Doğayla, denizle, yeşillikle iç içe olabileceğim bir yer olsun isterim.

Nerede olurdu ona cevap verebilirim, nasıl olurdu bilmiyorum yeri görmem lazım derim, tasarladığım binadan sonra da nasıl bir malzeme olacağına karar veririm... Doğayla, denizle, yeşillikle iç içe olabileceğim bir yer olsun isterim.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)