Ahşap ile Kentsel Dönüşüm

And Akman

Doğa sevgisini ve yöreselliğin değerini kavramış medeniyetler, ahşabı başarılı bir şekilde yüksek teknolojiler ile birleştirerek kentsel dönüşümlerine entegre etmektedirler.

Ahşap yapıda kullanılan en eski malzemelerden birisidir ve insanoğlunun yerleşik düzene geçme serüvenine hep doğru coğrafyalarda eşlik etmiştir. Yöresinde onu barındırmıştır. Ahşabın yöreselliğe düşürdüğü izleri günümüzde de, o coğrafyanın refah düzeyi istediği kadar yüksek olsun, görmekteyiz. Hatta diyebiliriz ki uygarlık düzeyi arttıkça ahşabın gelişmiş teknolojiler ile kullanımı da artmaktadır.



Sanayileşmenin cazibesi, heyecanı ve hızlı kentleşmeye yetişememenin beraberinde getirdiği algı dönüşümü, günümüzde ahşabın yerini plastik, metal, alüminyum, beton, çimento gibi ekolojik döngüler içindeki yerini çeşitli sakıncalarla alan, hatta hiç alamayan malzemelerin oluşmasına yol açtı. Bununla birlikte binaların büyümesi, ya da yükselmesi ile ahşap malzeme teknolojilerinin gelişmesi aynı paralellikte olmadı. Bunun sonucu olarak yüzyılımızda betonarme yöntem ile bilinen en kısa ömürlü binaları inşa etmeye başladık...

Doğa sevgisini, yöreselliğin değerini ve ona bağımlılığın önemini kavramış medeniyetler ahşabı başarılı bir şekilde yüksek teknolojiler ile birleştirerek yapısal çevrelerine, kentlerine entegre etmektedirler. Bu entegrasyon sadece dış görüntüyü okşayan mobilya ya da yüzey kaplamaları şeklinde değil, kent dokusuna ruh veren ahşap konstrüksiyonlar ile gerçekleşmektedir.

Ahşabın günümüzde: 
Endüstriyel bir ürün olduğunu... 
yetişen, dolayısıyla yetiştirilen bir hammadde olduğunu..
dolayısıyla yetiştirdiğimiz sürece tüketmekten korkmamamız gerektiğini..
uluslararası normlarda üretildiğini..
mekanik, statik, fiziki ürün değerlerinin tanımlı ve sabit olduğunu..
biliyoruz, bilmeliyiz.



Bu bağlamda ahşap yapı konstrüksiyonlarını ve ürünlerini kentsel dönüşüm içeriğinde, sosyal ve kamusal alanların yapımında, çok katlı binalarda, konut üretiminde, çevre düzenleme çalışmalarında kullanmak ya da kullanmamak bir tercih olmaktan öte, bilinçtir...sorumluluktur....

"Litterfall" Eko Ev

Tasarım Ekibi: Ziya İmren, Kıvılcım Duruk, Tolga İltir


Yardımcılar: Selçuk Doğramacı


Görselleştirme: Vizarch.Cz / Petra Grísová, Josef Veselý, Vratislav Zíka


Konum: İstanbul, Turkey


Tip / Statü: Fikir Yarışması Projesi/ Eşdeğer Mansiyon Ödülü

Genel Tasarım Yaklaşımları
Biriken, biriktikçe çoğalan, çoğaldıkça bütünü oluşturan, sadece işlevleri değil, insanları biraraya getiren, dönüştüren yoğuran, birey olmaktan çok bütün olmayı öneren tasarım yaklaşımı bu projenin ana fikridir. Tüm bunları apaçık ve davetkar bir şekilde yapan, aidiyet hissini ön plana alan aynı anda hem üst örtü, hem kütle, hem mekan, hem de yerin ta kendisi olup bağlamını oluşturan, mimarinin tektoniği ile kendi varlığını ortaya koyan, paylaşımın ve temasın mekanına referans vermektedir.İnsanların dokunacağı, temas edip, yatıp uzanıp, sarılıp sarmalanacağı, cephelerini tamamen açıp, içi dışı bir, her katmanında ve her alanında üretip, paylaşıp bunu gururla sergileyeceği, bir yer tariflemektir.



Kıyı boyunca uzanan yeşil bantın sürekliliğini üzerine davet eden, bütüncül kurguyu oluşturan birimler yan yana, üst üste, katmanlaşıp çoğalacaklar, çoğaldıkça bütünleşip hem yeri, hem bağlamını, hem mekanını, hem işlevini oluşturacaklar, talep edecekler, binanın tektonik dilinin tekrarlanıp yeniden kullanılabilir halini destekleyeceklerdir. Tasarım cadde yönüne son derece sade bir şekilde yüzünü verir, deniz yönüne doğru amfileşir ve büyük bir forum oluşturur, hem dış mekana, açık alanlarına doğru yönelir hem de açık alanlarını kendisi oluşturur, yavaşça yükselir, insanları üzerine davet eder, yükseldikçe işlevleri sarmalamaya başlar. İşlikler yüzünü bu alana döner, tüm yüzeylerini açıp alana dahil olur, üretim binanın her yerine sıçrar, çocuklar koşturur, işlevler ve mekanlar birbirlerinin içinde erir, temas binanın her yerindedir, üzerinde, altında, yanında, işlevler ve mekanlar ve en önemlisi de insanlar arasında. Diğer kol bu ana açık alanı kavramak için denize doğru yönelir, en sonunda da esnek bir alan olarak önerilen ve dış mekanla bütünleşen çok amaçlı kısımla son bulur. Tasarımın tektonik dili de son derece yalındır. Ahşap paletler yeniden işlevlendirip, adapte edilip geri dönüşümlü olarak tekrardan kullanılmaya çalışılmıştır. Bu malzemenin ışık geçirgenliği, yığılma ve tekrarlanma mantığı, bu tür bir malzemenin geri dönüşümle yeniden kullanılabilirliği ve sürekliliği tasarımın dilini oluşturan ana kararlarıdır. İç mekanlara da bu tektonik dil yansıtılmaya çalışılmıştır. Alçalıp yükselen üst hareketi , dinamizmi ve kütlesel ifadesi hacmi sarmalar mekanın dilini oluşturur. Kullanılmış ahşap paletler yeniden yorumlanarak kullanılması ve mimari eleman olarak aktarılması süreklilik kavramı ile ele alınmaya çalışılmıştır. Geri dönüşüm malzemesi olarak kullanılan ahşap paletler ise zamanla değişim nüvelerini mekan diline aktarır.

Semt Kültür Evi tasarımı, binalaşmadan, toplumsal söylemle mimariyi yakınlaştırmayı hedefleyen, bunu yaparken de kullanıcılarını üzerine, içine, altına, yanına davet eden bir kamusallığı ve açık alan kurgusunu oluşturmaya çalışan, mimarinin, kültür ve sanatın dönüştürücü etkenlerinden biri olduğunu anımsatmak isteyen, biraradalığa, temas etmeye ve bütün olmaya altlık oluşturan mekansal bir arayıştır. Buradaki mimari yaklaşım, bireyin kamusal yaşamına katkıda bulunacak, kamusallığa yeni bir yorum getirecek, yaşam alanlarına davet edecek ve bireyin gündelik yaşantısında hem mekan, hem yaşam, hem kullanım, hem de aidiyet hisleri açılarından iz bırakacaktır. Kültür-sanat-mimarlık-sosyoloji alanlarının arayüzü olarak tasarlanmaya çalışılan bu öneri, kültürün aktarılmasına olanak sağlayacak bir alan-ortam-mekandır.

Teknolojik, Çevreci ve Tamamen Ahşap

"Tamedia"
Strüktürü ve kreatifliğinin yanında ahşap konstrüksiyonu ile kentsel dönüşüm kavramına yeni bir boyut kazandıran, yeni yapıcı tartışmalara vesile olan Tamedia binası, İsviçre medya firması Tamedia’nın yeni merkezi ve radyo stüdyosu. Zürih’in merkezinde bulunan yapı, Japon mimar Shigeru Ban tarafından tasarlanıp 2013’te hizmete açıldı.

Tamedia’nın, Zürih medyasını Wedareal bölgesine odaklaması, firmanın bu kente olan bağlılığını ve 100 yıldır Aussersihl bölgesine gösterdiği sadakatinin altını çizmekte. Bu gelenekselciliği ile İsviçreli medya firması Tamedia’nın merkez binası kentin ortasında 1000 metrekarelik bir alana kuruldu ve etrafındaki bölgede grubun diğer binaları bulunmakta. Yapının 50 metrelik cephesi, bölgenin doğusundan geçen Sihl nehrine bakmakta. Yeni bina, eskiden yerinde olan bina ile aynı taban alanına sahip olsa da, bitişik binalarla aralarında boşluk bırakmadan ve maksimum yüksekliği kullanarak ofis alanını olabildiğince büyük tutmayı hedeflemiş.



Zürih’in sürdürülebilir mimarisine değer katan, cam ve ahşaptan oluşan bu dikkat çekici bina, çoğunluğunu editörler, gazeteciler ve medya çalışanlarının oluşturduğu 480 çalışanın ofisi. Teknolojisi ve çevreci yaklaşımıyla yenilikçi bir karakteristiğe sahip olan binanın mimari açıdan başlıca özelliklerinden biri tamamen ahşaptan olmasıdır. Çok katlı binaların, büyük kamusal binaların, kent ölçeğine ne kadar başarıyla entegre olabileceklerine güzel bir örnek olan bina, aynı zamanda estetik ve görsel bir çekim gücüne sahip.
Mimar Shigeru Ban’ın binası bölgenin bütün mimari kurallarına uyuyor, çatı yapısı ve yüksek tavanlı giriş katı, Aussersihl bölgesinin mimari karakteristiğini yansıtıyor. Aynı zamanda, bu yeni yapının dikkat çekmesinin önemli bir nedeni de, çevreci ve sürdürülebilir teknolojiler ile malzemelerden inşa edilmiş olmasıdır. Taşıyıcı strüktürü, herhangi bir metal ekleme ya da bağlantı yapılmadan, 2 bin metreküp çam ahşabından yapılmış olup, çok detaylı ahşap bağlama yöntemleri uygulanmış. 
Cam dış cephesinin ihtişamı, iç mekanda parlak ve samimi bir ortam yaratıyor. Yöreye hakim lokal iklim koşullarını belirleyen Sihl nehrine bakan cephesi, çift cepheli cam bir sistem ve aynı zamanda doğal havalandırmaya olanak sağlıyor. Bu cephe tasarımı, aynı zamanda nehre doğru açılabilen toplantı odaları için de yer hazırlamakta.

Ahşap, inşaatta da tasarruf sağlayan yenilenebilir bir yapı malzemesi. Yaratacağı karbon ayakizine dikkat edilen binada CO2 döngüsünü zorlayan herhangi bir malzeme kullanılmamış. Enerji kaynağı ve iklimlendirme için jeotermal teknolojiler, fosil yakıt tüketen sistemlerin yerini almış.

Ana giriş kapısı, Werdstrasse ve Stauffacherquai sokaklarının kesiştiği yerde bulunmakta. Bina, giriş katının üzerine 7 kat ve iki kat bodrumdan oluşan 8602 m2 alan ve buna, bitişiğindeki binanın üstüne inşa edilecek 2 katta eklenince 10,120m2 oluşuyor. Şehre dönük binanın doğu cephesi, enerji tasarrufu eden “ısı ekranı” görevi gören cam seralardan oluşmakta. Kış bahçesi özelliğindeki bu seralar aynı zamanda nehre bakan eşsiz oturma kısımlarından ve ofislere bağlanan yollardan oluşuyor. Bu alanlar dinlenme ya da toplantı alanları olarak kullanıldığı gibi, camlar açılarak terasa dönüştüğünde de binanın aksiyon merkezinin buraya kaymasını sağlamakta. Bu sayede binanın eylem şeması dinamizm göstermekte.



Bu binanın başta taşıyıcı sistemi olmak üzere tamamının ahşap oluşu en önemli özelliği. Konvansiyonel betonarme inşaat yöntemine bir cevap olarak teknolojik ve çevreci özellikleriyle ahşap yapı malzemesinin nasıl akılcı bir alternatif olduğunu göstermekte. Kamusal binalarda dahi yangın yönetmelikleri bakımından ahşap aslında daha güvenli ve ayrıca insan sağlığını korumakta. Estetik açıdan camın ve ahşabın karışımı çalışma ortamına büyük bir ferahlık katarken dışarıdan da çok karakteristik bir görüntü oluşturmakta.

Tamedia binası ahşaptan başka bir malzeme kullanılmamasının da ötesinde, enerji sorunlarının en yüksek standartlarını karşılayan pasif çözümlere ve otomasyonlara sahip. Buna örnek orta alan olarak adlandırılan balkonların aynı zamanda ısı kalkanı fonksiyonlarının olması ve dolayısıyla hava akımı, ısıtma, soğutma gibi işlevselliklerinin olması.

Kayık Formunda Ahşap Otoyol Köprüsü

"Sneek Köprüsü"

Hollanda, içmekan arı kovanlarından seralarına, kamusal dış alan çözümlerinden alternatif mimarlığa kadar her yöndeki yenilikçi yeşil temalı tasarımlara ev sahibliği yapan ülkeler arasında. Her uygar toplumda olduğu gibi Hollanda da bu üretkenliğin sağlanmasını, merkezi idare zihniyeti yerine öncelikle yerel idare yetkisi yönteminin uygulanmasına borçlu.



Ülkenin çevreci mimari listesine en son eklenen tasarım ise kayık formundaki ahşap otoyol köprüsü olan ‘Sneek’ köprüsüdür. Onix an d Achterbosch Architectuur (kısaca OAK) tarafından uzun süre dayanıklılığını kaybetmeyen Accoya ahşabı kullanılarak inşa edilen şehrin bu gözde köprüsü, gelen ziyaretçilerine sıcak bir hoşgeldin görüntüsü sunmaktadır.
Yaklaşık 30.000 nüfuslu Sneek kıyı kasabasının deniz ile olan köklü bağını ve tarihini sembolize etmesi istenen köprünün formu ters dönmüş bir kayık şeklinde.
OAK mimarları bu yaklaşımları ile açılan proje yarışmasında birinciliği elde ettiler ve kasabanın korunan tarihi sembollerinin yanında, yenilikçi bir sembole imza attılar.



Hollanda yönetmeliklerine göre bir köprünün en az 80 yıl dayanabilmesi gerekiyor ve çelik köprüler 55 yıl, betonlar ise en iyi ihtimalde 90 yıl dayanabılırken Accoya ahşabı hem ikisinden de daha uzun dayanım süresine sahip, hem de CO2 üretimi yok. Ayrıca daha sürdürülebilir bir seçenek olduğu tartışmasız.



Accoya, neredeyse bütün doğal ahşap kaynakları kullanılarak üretilen bir ahşap türü. Toksik olmayan bir işlemden geçtikten sonra bu ahşaplar mantar çürüğü yapmıyor ve dayanıklı oluyor. Materyalin bütün kaynakları FSC ve PEFC sertifikalı kereste ormanlarından geliyor ve Cradle to Cradle altın sertifikalıdır.


İki trafik ve bir bisiklet şeridinden oluşan 1,134 metrelik köprünün tamamında sadece 1,200 metreküp accoya ahşabı kullanılmıştır. Ön prodüksiyonu fabrikada standartlara uygun şekilde yapıldıktan sonra nakledilerek yerine montajı yapılmıştır. Yerine montajda temel kolonları ile ahşap konstrüksiyonun birleşim detayında kullanılan kama dişleri sayesinde fazladan malzeme kullanımı önlenmiştir. OAK mimarları ahşap köprünün Sneek’e hem yeni bir tat katmasını hem de tanınabilir olmasını hedefledi. Köprünün hatları, bulunduğu yöre olan Friesland’ın çiftlik evlerini anımsatıyor; yapı, şehrin eski kesimlerinde görülen inşaatçılık birikiminden kalıntılar yansıtıyor; ahşap sütunlar gemicilik endüstrisinin bir simgesi ve Sneek’in Kuzey Hollanda’nın denizcilik kentlerinden biri olduğunu gösteriyor.



Tasarımdan beklentiler olan bu çıkış noktaları, sağlanması gereken limitlerin ötesinde ağırlık taşıyan ve aynı zamanda da üstü açık olan ahşap bir köprünün yaratılmasına olanak sağladı. Köprü sadece Hollanda değil, aynı zamanda Kanada, Norveç, Almanya ve İsviçre gibi ülkelerdeki benzerlerinde olduğu gibi, çağdaş kent dokularına örnekler arasındaki yerini aldı.



Otomobillerden öncelikli yayaların ve bisikletlerin kullandığı köprünün ortasında birbirine bağlı iki ahşap makas statiği sağlıyor. Kemer formunda eğilmiş köprünün en uç noktası yolu ikiye ayırmaktadır. Yapıya üçgen görünüm katmasının dışında, bu kemer görüntüsü, etkileyici perspektifler sağlıyor. Balniyölere giden yöndeki köprü başı yeşil bir hendek görevi görürken, şehrin içine giden kısım bir su yoluna bağlanmakta.

Köprünün gerçekleşmesindeki önemli diğer boyutu da, emeği geçenlerin çeşitliliğidir. Mimar, mühendis, statik uzmanı, üretim teknolojisi, ve finansmanını sağlayanlar bir yana dursun, sürecin başından itibaren eleştirmenlerin ve yöre halkının dahil edilmeleri, söz hakkına sahip olmaları, örnek bir sosyal entegrasyon ve uygarlık göstergesidir.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)