Defne Koz: ''Türkiye’de Tasarım Konusunda Yaratıcılık Dönemine Girdik...''

AGT Sponsorluğunda Hazırlanmıştır...

Defne Koz’un tasarım dünyasına yolculuğu nasıl başladı, bu serüveni ve Koz Susani Design’ı anlatabilir misiniz?

TED Koleji’ni bitirdikten sonra, İtalyan Dili ve Edebiyatı eğitimi aldım. 1987-88 yıllarında ODTÜ’de Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nde atölye çalışmalarına katıldım. 1989’da Milano’da Domus Academy Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’ne girdim. 1992 yılında Defne Koz Design Studio’yu kurdum ve çalışmalarımı Chicago’daki eş kurucusu ve ortağı olduğum Koz Susani Design merkezli olarak yürütüyorum.

Çocukken –hemen her çocuk gibi- kendimin de bol resim yaptığımı biliyorum. Sanata ve sanata ilişkin dallara hep merakım oldu. Sanırım ya ilkokul ya da ortaokuldaydım; o zamanlar bizde pek de duyulmayan bu mesleğe ilişkin bilgileri daha sonradan sağdan soldan dolaylı olarak toplamaya başlamıştım. Ama okuduğum bir haber ile bu mesleğe olan merakım birden tutkuya dönüşüverdi. Anne ve babamın iç mimar olmaları ve mesleklerine, mimarlığa, sanata, tarihe olan saygı ve ilgileri, bu ilgilerini çocukları ile paylaşmaları, bilinçaltı da olsa herhalde biz çocuklarını küçük yaşlarda etkiledi. Okul sonrası zamanımın çoğunu geçirdiğim anne ve babamın iç mimari stüdyolarında Domus dergilerini karıştırırken, İtalyan tasarımcı Giorgetto Giugaro’nun bir makarna tipi olan Marille’nin tasarlanmasının haberi -yani birilerinin, o zamanlarda, yediğimiz yemeği tasarlayabiliyor olması- kafamda bir ışık yandırırken gönlümün bu mesleğe kucak açmasına ilk gerçek adımı attırmıştı.

Leucos Moai Lamp, by Defne Koz

Ettore Sottsass Stüdyosu ve Domus Academy gibi alışılagelmiş eğitim sistemlerinden farklı alanlarda çalışmak ve eğitim almak tasarım algınıza neler kazandırdı?

Domus Academy’nin bilindik okullar gibi ‘okul’ olmaması, ayrıca “Milano ruhu”nu yaşamak kaçınılmaz deneyimlerdi benim için. Ufkumun açıldığını, ruhumun tazelendiğini, heyecanımın doruğa ulaştığını daha fazla hissedemezdim. Sadece tasarıma bakışımı değil dünyaya ve kendime bakış açımı da değiştirdi bu deneyimler. 

Domus Academy’deki eğitim, alışılagelmiş eğitim sisteminden (hele o zamanki diğer tüm okullardan) çok farklıydı. Klasikleşmiş akademik eğitimden ziyade, düşüncelerin ufkunun nasıl genişletilebileceği bilgisi veriliyordu. Orada ve İtalya’da tasarımın bir stil değil, kültürel ve endüstriyel bir gelenek olduğunu öğrendim. Okuldan  mezun olurken, bana hocalık yapan ve İtalyan tasarımının bugün ‘İtalyan Tasarımı’ olarak anılmasında büyük rol oynayan ‘baba’ İtalyan tasarımcıları muhakkak bir dönem Milano’da kalarak çalışmam gerektiğine karar verdiler. Beni orada bir dönem daha kalmaya ve iş aramaya sevk etmeleri, beni, kurtların dans ettiği, güçlükler, engebelerle dolu tasarım dünyasının ortasında hiçbir desteğe dayanmadan, sallana sallana dengemi bulmaya yöneltti. Hacıyatmaz olabilmeyi öğrendim. 

Uluslararası platformda başarılı bir tasarımcı olarak Türkiye’deki ve dünyadaki tasarıma ve tasarımcıya bakış açılarını tasarımcılar ve müşteriler açısından değerlendirir misiniz?

Bilinçli ve tasarımcı ile bütünleşmesi gerektiğini anlayan endüstriler ve bu değerleri taşımayan endüstriler diye ikiye ayırabiliriz belki endüstrileri... Ne yazık ki ikinci tipte yer alan endüstriler yani tasarımcıya verilmesi gereken değeri ve önemi tanımayanların varlığı çoğunlukta. Ancak zaman ilerledikçe endüstriler tasarımcının değerini, tasarımcı olmadan kendi üretimlerindeki kimlik farklılıklarını elde edemeyeceklerini daha iyi anladıklarından sanırım ileriki dönemlerde tasarımcının konumu bir hayli farklı olacak.

Solidair Double, Light Sculptures by Defne Koz

Yabancı veya değil – ikisi arasında pek fark yok başka ülkelerde iş yapmanın. Ancak tasarım bilincinin başladığı ve tasarımcı enflasyonunun var olduğu bir memlekette iş yapmanın güç olduğunu söyleyebilirim. Burası öyle bir piyasa ki; endüstriler çok zor tasarım ürünleri beğenir, tasarımcılar diğer tasarımcıları zor sever… Ancak kendi kendinize ayakta durmaya çalışarak bu kolay olmayan koşullarda üretiminizi piyasada görebiliyorsanız ve bu zoru başarabiliyorsanız iyi firmalarla ve yaptığınız iş bu çerçevede pozitif kommentler alıyorsanız o zaman İtalya’da iş yapmanın yegane avantajını yaşıyorsunuz. O da manen duyduğunuz haz!

Tasarımı, tasarımın değerini derinlemesine anlayamayan firmalar ile sanırım hiçbir tasarımcı çalışmak istemez… Müşteriniz ile aranızda oluşan komünikasyonda tasarıma bakış açısı, bilgi+deneyim alışverişi, kültürel değiş-tokuş, karşılıklı anlayış, özveri, istek, ilgi, profesyonellik gibi değerlerde, eğer aynı frekanslarda iseniz tatmin duygunuzun daha da yoğunlaştığına, ürünün daha da başarılı olacağına hiç şüphem yok. Bu da keyifli çalışmak/üretmek demek. Bu arada -kendinize göre doğru bulduğunuz- bu kadar çok veriyi bir arada toplayabilmek, ilişkiyi bu frekansa çekebilmek, biraz da tasarımcının işidir.

Türkiye’de ise tasarım üzerinde gerçekten yaratıcılık dönemine girdik ve hızla ilerliyoruz; bu endüstrinin gelişmesine, büyümesine, modernleşmesine, global marketlere açılmasına elbette bağlı; bunun için de büyük bir heyecan, istek, ilgi ve dinamizm var ancak bununla birlikte yapılması gereken pek çok şey de var; bunun başında da tasarım bilincinin gelişmesi geliyor.

Bernhardt Laine, Stool by Defne Koz

Coğrafyalar arasında mekik dokuyarak geçen bir yaşam döngüsünde farklı coğrafyaların yaratıcı tasarımlarınıza olan etkilerinden bahsedebilir misiniz?

Farklı kültürlere, çalışma ve yaşam biçimlerine karşı duyduğum ilgi işimin de merkezinde yer alıyor. Bunca yer değiştirdikten sonra da değişenin ne olduğunu tespit etmek pek kolay değil benim için. Bu kültürleri karşılaştırmamaya, daha ziyade anlamaya çalışıyorum. Hepsi farklı, hepsi ilginç ve sürekli olarak birinden diğerine taşınmaktan ziyade her birinde aynı anda yaşayabilecek kadar şanslıyım. 

Memleketimi ve kendi kültürümü severek büyüdüm ama yurt dışında yaşarken kendi kültürüme daha merakla yaklaşmaya başladım. Kendi kültürümün derinliğine hayranım.  Avrupa’nın çağdaş ve önemli bir merkezinde, Milano`da, ve Amerika’da, Boston’da tasarımcı olarak çalışırken de kendi kültürümün hatırasını unutmamaya çalışıyorum. Bir obje tasarlarken geleneksel dünya, antik kültür dünyası beni çok cezbediyor.

Solidair Cactus, Light Sculptures by Defne Koz

Yeri geldiğinde beynimin arkasından, köklerimin fışkırmasına bayılıyorum. Ama inanın ki bunlar hiçbir zaman bilinçli değil, hepsi bilinçaltı… Bakarak esinlenmeye çalışmıyorum… Deneyimlerim, bilgilerim, ilgim, beynimin bir yerlerinde birikmekte, kendi kültürüme ait katmanlarda… Günün birinde bilinçaltımdan çaktırmadan çıkıp bir şekilde karsıma çıkıveriyor…

Tasarım konusuna; mimar, iç mimar ve endüstri ürünleri tasarımcısı olarak baktığımızda tasarım-teknoloji-malzeme ilişkisini nasıl kuruyorsunuz?

Tasarım ne bilim ne de sanattır. Tasarımcının işi duyulara hitap etmek ve insanların hissiyatına kulak vermektir. Ruh ve malzeme üst üste binen iki kavramdır. Her malzemeye ait olan gizemli kısmı ortaya çıkararak, malzemeye derinlik vermek çok önemli. Bu şekilde malzemenin ruhunu tasarlayabileceğimizi düşünüyorum.

Teknoloji sayesinde de bugün Chicago’da yaşayıp Milano ve Tel Aviv’de çalışan asistanlarımı kontrol ederek İtalya, Almanya ve Türkiye’deki müşterilerim için çalışabiliyor; Çin’de, Türkiye’de ve İtalya’daki üretimleri kontrol edebiliyor ve bilgilerimi pekiştirebiliyorum.

Son olarak AGT ile bir parke koleksiyonu tasarımına imza attınız, bu tasarımınızdan ve AGT ile çalışma sürecinizdeki gözlemlerinizden kısaca bahsedebilir misiniz?

Kimi tasarımcılar ürünleriyle bağırarak iletişim kurarlar. Ben ise iki kelimeyle özetleyebilirim tasarımlarımı: modern, dingin / sakin bir güzellik diyebilirim onlar için. 

AGT Bliss Koleksiyonu

AGT için tasarladığım ürünlere ulaşabilmek için de iki buçuk sene çalıştık.  Kolay gibi gözüküp, ürünün fikirlerle doğması, onun geliştirilmesi, rafine edilmesi, tamamlanması üretmesi ve okunması ile devam eden gerçekten uzun bir süreç yaşadık. Ama bununla birlikte başka bir süreç daha yaşanıyor.  Bizim üretimler için verdiğimiz yoğunluk gibi tüketici için de geçerli bir yoğunluk bu… Oluşturduğumuz kurgudaki doğanın iki dünyasını bir araya getirerek farklı dokular, organik desenler renkler ile kafamda bir şeyler yaratmaya çalışırken diğer yandan da teknolojiden faydalanarak parametrik programlarda bunu üst üste koyarak koleksiyona derinlik ve zenginlik katmaya çalıştık.

İnsan üretimi ve doğal arasındaki dengeye duyduğumuz merak sürecinden ilham alarak başladığımız bir çalışma oldu. Parke koleksiyonu için ahşap desenlerini kullanmak yerine, insanın yaratıcılığı ile doğanın güzelliğini bir araya getirmek istedik.  Ve doğal olanla tasarlanmış olanın en iyi yönlerini bir araya getirdik.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)