Kirli Hava, Canlı Binalar: Mimarlık Yeni Akciğerimiz mi?

Dilhan Hız / dilhan@ekoyapidergi.org
Değişen ekosistem kentleri, değişen kentler ise mimarlığı şekillendiriyor. Yeni nesil mimarlık, artık sadece bir barınaktan ibaret değil; nefes alan, arınan ve yaşamı koruyan bir ekosistem. Kentlerin üzerini saran gri bulutlara karşı en güçlü savunma belki de gökdelenlerde, tuğlalarda, cephelerde gizli.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre her yıl milyonlarca insan, kirli hava nedeniyle erken yaşta hayatını kaybediyor. Artık mesele sadece çevre değil, hayatta kalma meselesi. Ve bu mesele hepimizi ilgilendiriyor. Bu sorunun peşine düşen özel isimlerden biri de Kaliforniyalı Mimar Carmen Trudell. Geliştirdiği “Breathe Brick” (Nefes Alan Tuğla) adlı sistem, binaların cephesini adeta dev bir filtreye dönüştürüyor ve tuğlaların içinden geçen hava, santrifüj etkisiyle toz ve partiküllerden arındırılıyor. Temizlenen hava ise doğrudan iç mekânlara ya da havalandırma sistemine yönlendiriliyor. Yani duvar artık sadece duvar değil; şehirdeki kirli havaya karşı aktif bir akciğer görevi görüyor. Ne muazzam bir buluş ama!

Pek Çok Örnek Var…
Mimarlığın bu yeni dili tabii ki tek bir mimarla ve onun çalışmasıyla sınırlı değil. Vietnam’da Creative Architects tarafından tasarlanan Wall House da oldukça farklı bir örnek. Projede, yangından zarar görmüş tuğlalar yeniden kullanılmış. Cephe üzerinde çeşitli delikler var. Tuğlalar arasındaki boşluklar hava akımını artırıyor, hem doğal havalandırma hem de estetik bir doku sağlıyor. Duvarın içinden esen rüzgar, adeta yapının nabzı gibi çalışıyor.
Bir başka örnek de Avusturyalı mimar Klaus K. Loenhart’ın Breathe’den geliyor. Projenin adı Austria. Bu kez bina, bir mikro ormana dönüşmüş. Yapının içinde gerçek bitkiler, ağaçlar, nem ve sıcaklığı dengeleyen bir ekosistem mevcut. Loenhart’a göre geleceğin binaları, duvarlarla çevrili kutular değil; nefes alan, terleyen, yaşayan yapılar olacak. Çok doğru! Benzer bir vizyonu paylaşan Alman tasarımcı Tobias Becker’in Breathing Skins projesinde ise cephe adeta bir canlı deriye dönüştürülüyor. Hava basıncına göre şişip inen hücreler, havalandırmayı kendiliğinden ayarlıyor. Yani tıpkı insan derisi gibi, ihtiyaç duyduğunda “nefes alıyor”.
Bu örneklerin ortak noktası, tüm projelerde cephelerin kentin hava kalitesine katkı sunan, çevreyle etkileşime giren canlı sistemlere dönüşüyor olmaları. Mimarlık artık statik bir kabuk olmaktan çıkmış durumda. Adeta insan ve doğa arasında aktif bir aracı o. Sürdürülebilirlik de işte burada, teknolojinin ötesinde bir anlam kazanıyor: yaşama alanlarımızı gerçekten “yaşayan” yapılar haline getirmek.