Mimaride Uyarlanabilir Yeniden Kullanım
Nüshet Çamuşoğlu / nushet@ekoyapidergisi.org
Uyarlanabilir yeniden kullanım, mimarlık dünyasında sürdürülebilirlik ve ekonomik verimlilik adına öne çıkan bir yaklaşım haline geldi. Ancak bu kavram, yalnızca estetik ya da çevresel sorumlulukla sınırlı değil; aynı zamanda mülkiyet, sosyal adalet ve hak temelli mimarlık gibi temel meseleleri de içinde barındırıyor. Peki, yeniden kullanım hakkı gerçekten kime ait?
Brikolaj mimarlığı: sınırlardan doğan yaratıcılık
Fransız antropolog Claude Lévi-Strauss’un “brikolaj” kavramı, mimarlığın sınırları içinde üretilen hiyerarşik tasarımlara karşılık, eldeki malzemelerle yaratıcı çözümler sunan kişiyi temsil eder.
Yeniden kullanımın kökleri
Günümüzde ödüllendirilen birçok uyarlanabilir yeniden kullanım projesi, aslında zorunluluktan doğan marjinal mimarlık örneklerinden esinlenmektedir. Mimarlar, doğaçlama yapıları yeniden yorumlarken, bu yapıların ardındaki sosyal direnişi ve toplumsal dışlanmayı da dikkate almalı.
Alternatif mimarlık pratikleri: işgal etmek, dönüştürmek, yaşatmak
Aaron Betsky, “Don't Build, Rebuild” adlı kitabında geleneksel mimarlığın dışında gelişen yaratıcı eylemlerin altını çizer: işgal etmek, dönüştürmek ve mekânları yeniden etkinleştirmek. Bu pratikler, mekânların yalnızca barınma amacıyla değil, kimlik ve topluluk yaratımı için yeniden kullanıldığını gösterir.
Doğaçlamadan doğan şehirler

Kopenhag’daki Christiania, eski bir askeri alanın kolektif yapılarla dönüştürüldüğü bir alan olarak dikkat çeker. Kamboçya’daki Tonlé Sap Gölü’nün yüzen köyleri ise çevresel zorluklara karşı doğaçlama çözüm üreten marjinal toplulukların mekânsal zekâsını gözler önüne serer.
Kulede yaşam

Venezuela’nın Caracas kentindeki Torre David, yarım kalan bir gökdelenin brikolaj ruhuyla dönüştürülerek alternatif bir yaşam alanına dönüştürülmesine örnektir. Bu yapı, dikeyde gelişen kolektif yaşam biçimlerine dair ilham verirken, sonunda sistematik tahliyeyle karşılaşarak direnişin kırılganlığını da sergiler.
Favela estetiği

Rio de Janeiro favelaları, resmi planlamadan mahrum bırakılmış toplulukların mekânsal yaratıcılığının simgesidir. Ancak bu yerleşimler, bir yandan “çöküntü alanı” olarak görülürken, bir yandan da “organik kentleşme modeli” olarak estetikleştiriliyor—bu da çelişkili bir sahiplenme biçimini ortaya koyuyor.
Kent estetiği mi, sömürü mü?
Yoksullukla baş etmeye çalışan toplulukların inşa ettiği mekânlar, zamanla estetik birer değer haline getiriliyor. Turizm, belgeselcilik ve mimari söylem bu yapıları yüceltiyor; ancak bu durum, mücadelenin görünürlüğünü değil, romantikleştirilmesini sağlıyor. Betsky’nin “yıkım pornosu” kavramı da tam bu noktada uyarıda bulunuyor.
Yeniden kullanımın üç kaderi: tahliye, kurumsallaşma, metalaşma
Tabandan gelişen projeler genellikle şu üç sonla karşılaşıyor:
- Tahliye: Kullanıcıların zorla yerinden edilmesi.
- Kurumsallaşma: Resmi kurumlarca “meşrulaştırılarak” kontrol altına alınması.
- Metalaşma: Yeniden kullanımın, ekonomik değer yaratmak için bir araç haline gelmesi.
Taktiksel kentleşmenin dönüşümü

Başlangıçta birer mekânsal direniş olan taktiksel müdahaleler, zamanla kentlerin yatırım projeleri için kullandığı test araçlarına dönüştü. Pop-up parklar, korsan bisiklet yolları gibi uygulamalar bugün emlak spekülasyonunun bir parçası haline geldi.
Mimarın rolü yeniden tanımlanmalı
Gerçekten adil ve etik bir yeniden kullanım için mimarların, marjinal toplulukları belgelemek yerine desteklemeye odaklanması gerekiyor. Bu, şu adımları içerebilir:
- Gayriresmî yapılaşmaların yasallaştırılması için politika geliştirmek
- Topluluk mülkiyeti modellerini savunmak
- Lüks projeler yerine topluluk temelli yapılara tasarım desteği sağlamak
Örnek modeller: Rural Studio ve Architecture for Humanity
Rural Studio, Alabama’da yerel topluluklarla uzun vadeli ilişkiler kurarak mimarlığın kolaylaştırıcı rolünü ön plana çıkarıyor. Architecture for Humanity ise tasarımı yalnızca estetik bir değer olarak değil, sosyal bir hizmet olarak sunmanın mümkün olduğunu kanıtladı.
Uyarlanabilir yeniden kullanımda güç ilişkileri
En radikal haliyle uyarlanabilir yeniden kullanım, yalnızca malzeme üzerinden değil, toplumsal ilişkiler üzerinden gerçekleşmelidir. Gerçek sürdürülebilirlik, gücün ve kaynakların adil paylaşımını gerektirir. Bu ancak, yeniden kullanımın yerel ihtiyaçlara duyarlı ve katılımcı bir yaklaşımla gerçekleştirilmesiyle mümkündür.