Mimarlık ve İnşaat Sektöründe Sürdürülebilirlik
Nüshet Çamuşoğlu / nushet@ekoyapidergisi.org
Her yıl 22 Nisan’da kutlanan Dünya Günü, 2025'te de gezegenimizin karşı karşıya olduğu acil çevresel ve sürdürülebilirlik sorunlarına dikkat çekiyor. Bu sorunlar, küresel ekonomik, politik ve kültürel değişimlerle birlikte sürekli evrilirken, mimarlık ve inşaat sektörü küresel karbon emisyonlarının yönetilmesinde kritik rol oynamaya devam ediyor.

Bu yılın ana teması, sürdürülebilirliğin tekil bir çözüm değil; kentsel gelişmeden malzeme inovasyonuna, hatta sergiler gibi geçici müdahalelere kadar uzanan çok katmanlı bir yaklaşım gerektirdiği yönünde. Bu bütüncül bakış açısı, hem toplu karbon ayak izimizi azaltma çabalarımıza ivme kazandırıyor hem de insan sağlığını ve gezegenin refahını destekleyen bir yapılı çevre oluşturmayı hedefliyor.
Şehirleri geleceğe hazırlamak
Mimarlık, doğası gereği çevresel ve kültürel bağlama bağlıdır. Ancak günümüzde hızlı ekonomik büyüme baskısı, çoğu şehirde standartlaşmış, verimlilik odaklı tasarım yaklaşımlarının ön plana çıkmasına neden oluyor. Bu durum önemli bir soruyu gündeme getiriyor: Ekonomik büyüme, mimari özgünlüğü zorunlu olarak yok etmeli mi?

Elbette, hayır! Ancak hız ve maliyet baskısı, nitelikli, bağlama özgü tasarımların önüne geçebiliyor. Öte yandan gelişmiş şehirlerde, tarihi ve kültürel mirasın korunmasıyla, mevcut yapıların çağdaş çevresel standartlara uyarlanması arasında hassas bir denge kurulması gerekiyor. Bu farklı kentsel koşullar, mimarlığın standartlaşmaya karşı direnç gösteren, özgünlüğü ve uzun vadeli değeri önceliklendiren bir yaklaşımı benimsemesini zorunlu kılıyor.
Sürdürülebilirliği yerel stratejilerle desteklemek
Uzun yıllar boyunca sürdürülebilirlik ve insan sağlığı, tasarım süreçlerinde ayrı öncelikler olarak ele alındı. Ancak artık bu iki hedefin entegre çözümlerle desteklenebileceği biliniyor. Örneğin, kentsel ısı adalarını azaltmaya yönelik yeşil altyapı uygulamaları, aynı zamanda zihinsel dinlenmeyi teşvik ediyor, açık hava aktivitelerini artırıyor ve karbon emisyonlarını düşürüyor.
Özellikle pandemi sonrasında doğayla kurulan bağın halk sağlığı açısından önemi daha da görünür hale geldi. Sağlık yapılarında biyofilik tasarım yaklaşımlarının yaygınlaşması da bu dönüşümün bir göstergesi. Farklı coğrafyalarda doğayla kurulan bu bağın iklim ve kültüre göre değişiklik göstermesi ise, sürdürülebilirlik ve sağlık arasındaki ilişkinin mimaride nasıl farklılıklar gösterdiğine dair önemli ipuçları sunuyor.
Döngüsel yapılı çevre için yeni çözümler
Sürdürülebilir tasarım süreci çoğu zaman malzeme seçimiyle başlar. Bu, hem yeni teknolojileri benimsemeyi hem de geleneksel yöntemleri yeniden yorumlamayı içerir. Örneğin, terrazzo malzemesi, 15. yüzyılda taş atıklarını değerlendirmek için geliştirilmişti. Günümüzde ise geri dönüştürülmüş cam, endüstriyel atık ve diğer agregalarla üretilerek sürdürülebilirliğe katkı sağlıyor. Bunun yanında, yaygın yalıtım malzemelerinden poliüretan köpük gibi ürünler biyolojik olarak parçalanamıyor ve ciddi çevresel sorunlar yaratıyor. Bu duruma karşı mekanik geri dönüşüm ve doğal polimer bağlayıcılar gibi alternatif çözümler geliştiriliyor.

Şehirlerde en yaygın kullanılan malzeme olan beton da artık ömrünü tamamlayan altyapıların yeşil kamusal alanlara dönüştürülmesinde yaratıcı bir şekilde yeniden değerlendiriliyor. Tüm bu örnekler, malzeme seçiminin sadece teknik değil, aynı zamanda kültürel bir sürdürülebilirlik stratejisi olduğunu gösteriyor.
2025’te tasarım sergilerinde sürdürülebilirlik ön planda
2025 yılı, tasarım ve mimarlık dünyası için oldukça hareketli geçecek. Venedik Mimarlık Bienali, Osaka Expo 2025 ve Setouchi Trienali gibi büyük etkinlikler bu yıl gerçekleşiyor. Sürdürülebilirlik, bu uluslararası platformların çoğunda merkezde yer alıyor:
Venedik Bienali'nde Bulgaristan Pavyonu, doğal süreçlerin yapay zeka tarafından nasıl şekillendirilebileceğini ve hatta bozulabileceğini sorguluyor.
MVRDV’nin "Carbon Confessions" enstalasyonu, tasarım ve inşaat uygulamalarının karbon etkisini veri odaklı ve doğal bir anlatımla ortaya koyuyor. Ütopik gelecek hayallerindense mevcut karbon ayak izimizi dürüstçe analiz ediyor.
Osaka Expo 2025’teki Portekiz Pavyonu ise, okyanusları çok duyulu bir deneyimle merkeze alıyor ve deniz ekosistemlerinin korunmasının insanlık için ne kadar yaşamsal olduğunu vurguluyor.