Moda ile Mimarlık Arasında Sürdürülebilir Diyalog

Dilhan Hız / dilhan@ekoyapidergisi.org
1980’lerin “Art to Wear” akımında görülen, ev objelerinin giysiye taşınması bugün yeniden güncelleniyor. Ancak bu kez iklim krizi çağında, mesele sadece görsel bir oyun değil; mekânın ruhunu korumak, geçmişi bugüne taşımak ve tüketim döngüsünü yavaşlatmak. Vivetta Ponti’nin pencereli, perdeli çantalarından JW Anderson’un trompe-l’œil tekniğiyle işlediği trikolara kadar pek çok tasarım, mimarinin detaylarını giyilebilir kılıyor. Buradaki mesele yalnızca dekoratif bir oyun değil; aslında yaşam alanının kıyafetle bütünleşerek kalıcılık, aidiyet ve çevresel sorumluluk hissi yaratması planlanıyor.

Sürdürülebilirlik…
Tasarımcı Samantha Pleet’in büyükannesinin evinden aldığı esinle oluşturduğu mobilya desenli çantaları, modanın gündelik mekânlarla kurduğu bu bağa güçlü bir örnek teşkil ediyor. Tasarımcıların ev içi dokuları giysilere taşıması, kısa ömürlü trendlerden çok daha derin bir soruyu gündeme getiriyor: “Bir giysi, bir mekân kadar sürdürülebilir olabilir mi?”
Örnekler o kadar çeşitli ki… Acne Studios’un podyumunu bir oturma odasına dönüştürmesi ya da Batsheva Hay’in koltuk ve sandalyelerden yola çıkarak mobilya koleksiyonuna yönelmesi, moda ile mimarlık buluşmasının keyifli örneklernden. Moda tasarımcılarının evden ilham alması, sürdürülebilir mimarlığın dilini giysiler üzerinden yeniden kuruyor. Belki de tasarımcıların altını çizmek istedikleri, yaşam alanlarımızla uyumlu, uzun ömürlü ve aidiyet duygusunu güçlendiren tasarımların, geleceğin hem modasını hem de mimarlığını belirleyecek olması.