3.Oturum: Geleceğin Şehirleri: Şimdi Nereye?

Yeşil Rapido 3. Yeşil Binalar ve Ötesi  Konferansı’nın 3. ve son oturumu “Geleceğin Şehirleri, Şimdi Nereye” konusunda gerçekleştirildi. Oturum başkanlığını Selçuk Avcı’nın yaptığı oturumda, şehirlerin gelişimine ve gelecekteki ihtiyaçlarına uyum sağlayacak şekilde değişimine nasıl odaklanacağız? Uzunca bir süre şehirlerin kontrolsüz ve planlamasız büyümesine ve değişmesine izin verdik. Bu durum devam edemez. İlk metropol olan İstanbul’un evrimini yönlendirebilmek için ne yapabiliriz? İstanbul gibi bir şehrin gelecekteki zorlukların üstesinden gelebileceğinden nasıl emin olabiliriz? konuları tartışıldı.

3. Yeşil Binalar ve Ötesi konferansının son oturumu Mimar Selçuk Avcı başkanlığında gerçekleşti. Selçuk Avcı açılışı “Bugünkü konumuz şehirlerin yeniden yaratılması ile ilgili olacak, özellikle odaklanılmasını istediğim konu, şehirlerimizin mevcut durumu. Bu birçok şehrimizin geçirdiği bir süreç ama İstanbul’a baktığımızda şehrin çok vahşi bir süreçten geçtiğini görüyoruz. Özellikle bu konuyu tartışmak istiyorum, farklı bakış açılarından konuya yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum. Ve ilk olarak sözü Mimar Emir Drahşan’a vermek istiyorum.

Oturum Başkanı: Selçuk Avcı, Avcı Architects
Konuşmacılar: Elmas Akyürek Mimarlık - Can Elmas, Kolektif House  Kurucu Ortak - Civan Orhan, Emir Drahşan Mimarlık - Emir Drahşan,   
Nilüfer Kozikoğlu Mimarlık - Nilüfer  Kozikoğlu, Peter Barber  Architects - Peter Barber

Emir Drahşan / Emir Drahşan Mimarlık

Öncelikle mimarın işi nedir? İnsanoğlu binlerce yıldır bu soruya cevap arıyor. Mimar aslında imar eden, çevreyi şekillendiren anlamına geliyor ama bugün baktığımızda mimari; şehir geliştirmeyi aynı zamanda kullanıcıları, tedarikçi ve üreticileri bir araya getirmeyi de kapsıyor. Bugün kentlerimizde yaşadığımız sorunları ekolojik gelişmeler ışığında  dikkate aldığımızda  ortaya çıkan tabloya şaşırmamak gerekiyor. Aslında bizim yaşadığımız  sorunlar aynı zamanda küresel sorunlar. Bu yanlış kentleşmeler  sonucunda hepimiz sıkıntı çekiyoruz. Günümüzde neredeyse hemen hemen hepimizin şehirlerden kaçma hayali var. Birçoğumuz şehir dışına çıkmak, köylere, çiftliklere yerleşmek için can atıyoruz. Bu tür hayaller kurmamız son derece normal çünkü hepimiz daha iyi yaşam kalitesi elde edeceğimiz ve güven duyabileceğimiz bir ortam hayali kuruyoruz ve maalesef günümüz şehirleri bu isteklerimizi karşılayamıyor. Bu noktada sorulması gereken soru, ne yapılabilir? olmalı. 

Biz eskiden göçebeydik ve sürekli hareket halindeydik. Aslında biz giderek daha da göçebe hale geldik. O zaman neden şehirlerde bizimle birlikte hareket etmesin ki? Peki o zaman bu başka bir gelecekte mümkün olabilir mi? Mevcut finans sisteminin bize empoze ettiği şeyleri değiştirebilir miyiz? Eğer biz şehir plancıları ve mimarlar farklı şeylerin mümkün olduğunu  söylemezsek o zaman çözüm bulamayız. Biz daha iyi teknikler geliştirebilirsek bir şeyleri değiştirebiliriz. Ve bence bizler de işlerimizin kapsamını genişletmeliyiz. Yani sınırların dışına çıkmalıyız, sistemin bize empoze ettiğinin dışına doğru sınırları zorlamalıyız. Eğer bunu yapmazsak Google, Facebook, Amazon gibi büyük şirketler bizim yerimize şehirleri tasarlayacaklar, onlar zaten bunu teklif ediyorlar ve hali hazırda bunu örneklerini sunuyorlar.

Can Elmas / Elmas & Akyürek Mimarlık

Bugün yeşil tasarım çoğunlukla yapı ölçeğinde tartışılıyor. Fakat bazı önemli kentsel yeşil tasarım konularını dikkate almadan çoğu bina gerçekten yeşil olmayı başaramayacaktır. İlk yeşil dalga 1960 -70 yıllarında gündeme geldi ve bu yıllarda konu hakkında birçok kitap, araştırma ve makale yayınlandı.  Bunlar yeşil kentsel tasarımın bazı önemli noktalarını açıkça belirtmekteydi. Yeşil Bina Sertifikaları’ndan bahsediyoruz ama bence ana konsepti unutuyoruz.  Güneş, rüzgâr ve  ışık... 50 yıl öncesine baktığınızda insanlar yeşil tasarımı nasıl kullanıyorlardı ve ne tür kaynaklardan yararlanıyorlardı. Elbette doğal kaynaklardan yararlanıyorlardı. Bizim konforumuzu sağlayacak unsurlar mekanik güçler değildi. Bütün mimarlık öğrencileri bilirler ki eskiden doğal kaynaklardan faydanılırdı. Günümüzde ise bu konuyu atlıyoruz. Bir binanın farklı iklimsel koşullarda güneşi hangi konumdan alması gerektiği gibi doğal güçlerin kentsel tasarımı nasıl şekillendirebileceğine dair birkaç not paylaşmak istiyorum. Mesela rüzgâr şehrin içinde nasıl hareket ediyor, ne tarafa esiyor, ne tür avantajları var? Veya sıcak bölgelerde güneş ışınlarını nasıl engelleyebiliriz? gibi unsurların artık pek dikkate alınamadığını görüyoruz.  Diğer binaların konumlanmaları da dikkate alınmalı. İnsanlar 50 yıl öncesinde kentsel bölgeleri böyle tasarlamaya başladılar. 

Bugün dünyada hâlâ yeşil kentsel tasarımın çok örneği yok. Daha önce yapılan çalışmalar ABD ve İngiltere için yapılmıştır; temel olarak çok düşük yoğunluklu tasarımlar, bahçe şehirleri, daha sonra sürdürülebilir topluluklar ve şimdi eko şehirler olmuştur. Hepsi, birçok ders verebilecek nitelikte ve yeşil kentsel tasarımın bir kısmını somutlaştırıyor. Türkiye’de büyük ölçekli kentsel tasarımlarla uğraşmak zorunda değiliz, bu yüzden çoğunlukla mahalle ölçeğinde tasarım yapabiliyoruz. Dünyaya baktığımızda yeşil kent tasarımlarının farklı örnekleri de karşımıza çıkıyor. Dünyadaki mimari yapılar ve kentleşmeye baktığımızda kendi ülkemize adapte edebileceğimiz güzel örneklere ulaşabiliriz. 

Ben master tezimi Amerika’da enerji korunumlu binalar üzerine yaptım. Bu tez özellikle alçak katlı konutların doğal enerjileri kullanması üzerineydi. Türkiye’den spesifik 3 bölge seçtim. Soğuk iklime örnek olarak Ankara, sıcak ve nemli iklime örnek Adana’yı, sıcak ve kuru iklim için ise Urfa’yı seçtim. Bu üç bölge için prototip konut yerleşim alanları hazırladım ve bunların rüzgâr - güneş gibi doğal enerjileri nasıl kullandığını hem çizimlerle hem de hesaplarla ortaya koyacak bir çalışma yaptım. Türkiye’ye geri döndüğümde bu tez çalışmasını belli bir oranda uygulama imkânına sahip oldum. Babamla birlikte TOKİ için hazırladığımız bir toplu konut projesinde tezimdeki bazı fikirleri ve Urfa’nın geleneksel konut dokusunu kullandık. Ancak onca çabaya ve çalışmaya rağmen gördük ki halk aslında geleneksel olanda değil yeni ve modernde, yani apartmanlarda yaşamak istiyor. Dolayısıyla yapmış olduğumuz ve ulusal mimarlık ödülü kazanan bu evlerde kimse yaşamak istemedi. Belki de bu bizim kariyerimizde aldığımız ilk tepki oldu. Mimariye yaklaşımı konusunda halkın tepkisi ile karşılaştık. 

Selçuk Avcı: Teşekkürler Can. Civan mimar olmamasına rağmen Kolektif House organizasyonunu yönetiyor. Ben de kişisel olarak ilgiliyim bu konuyla, bu tür ortak yaşam alanları her yere yayılıyor, insanlar artık ortak ofis alanlarını kullanıyorlar, biz bunlara ortak yaşam diyoruz ve konut sektöründe de benzer mantığın izlendiğini söyleyebilirim. Bu bağlamda Civan’ın şehri görme yönteminin aslında  yeni bir yaşam yöntemi olduğunu söyleyebilirim. 

Civan Orhan / Kolektif House 

Teknoloji ile birlikte gelişen dikey binalarda topluluk bilincimizi zamanla yitirmeye başladık. Paylaşım kültürümüz azaldı. Çünkü  kaynaklarımız azaldı.  Bizim ortak çalışma alanlarımızda; freelancerler, startuplar, butik şirketler ve  büyük şirketlerin çalışanları hepsi bir araya geliyor. Yıllardır biz şehirlerimizin de bu paylaşımcı, işbirlikçi kültürün bir parçası olması gerektiğini düşünüyoruz. 

Selçuk Bey’in de ifade ettiği gibi ofis piyasasında bir kayma yaşanıyor. Amerika Birleşik Devletlerinde bir startup şirketi 20 milyon  dolar değere sahip olabiliyor. Biz bir araştırma yaptık ve araştırma sonucuna göre ofis piyasasının  yüzde 20’si ortak çalışma alanlarına sahip, yani eğer sadece Maslak Levent hattına bakarsak, 1.2 milyon m2’lik ofis alanı var ve bu o kadar şaşırtıcı ki bu ofis alanlarının yüzde 20-30’ u kiraya verilememiş. Ortak çalışma alanları kaynakların ortak kullanılması açısından çok faydalı. Şu anda bizim 1300 üyemiz var, 400 şirketimiz tek bir çatı altında çalışıyorlar. Büyük bir farkındalık oluşmuş durumda, freelancer’lar dışında örneğin Türk Telekom, İşbankası gibi büyük kurumlar AR-GE ve inovasyon birimlerini bizim ofislerimize taşıyorlar. Böylece çevre bilinicine sahip bir çalışma düzenine doğru evrilmeye başladığımızı söyleyebilirim. Yani aslında bu çeşitliliğe sahip çalışma ortamı çalışmalarımıza pozitif yansıyor. Kolektif House diyoruz biz buna  çünkü şirketlerin yüzde 50’sinde  üyeler birbirleri ile iş yapıyorlar. Biz ise üyelerimiz arasında ortak çalışmayı teşvik etmeye çalıyoruz. Sadece hızlı networking ya da kart paylaşma ortamı olarak görmüyoruz kendimizi. Örneğin  yoga workshopları  ve ofis masaj seansları düzenliyoruz. Böylece kaynaklarını daha verimli bir şekilde paylaşabiliyorlar ve giderek daha da büyüyoruz. 

Bence bu konu önümüzdeki yıllarda daha fazla geliştirilebilecek bir sistem. Biz yeni ve genç bir şirketiz, malzeme tasarımı konusunda daha fazla mimarla çalışabiliriz. Böylece kendimizi daha da geliştirebiliriz. Lütfen siz de bizimle iletişime geçiniz, çünkü biz emlak geliştirme departmanı açmak için çalışmalara başladık. 

Bu arada Yeşil Ofis olmak ile ilgili çok ciddi hedeflerimiz var.  Aynı zamanda bir otomobil paylaşma programına başladık ve birbirine yakın oturan kişiler ofise birlikte gidip gelebiliyorlar. Hava kirliliği ve trafik sıkışıklığına bir önlem olabilir bu tip uygulamalar.

Selçuk Avcı: Yapmaya çalıştığınız şeyi anlıyorum. Fikrin kökenine indiğimizde bunun anlamı bir nevi tribilizm yani kabilecilik. Kabile sizi tanımlar ve kendinizle özleştirdiğiniz bir hikâyesi vardır. Ve bu çalışma topluluğu, köklerinde yeni bir kabile tipi.
 
Nilüfer Hanım çalışma konularınızı araştırdım, tam olarak anladığımı söyleyemem ancak çok ilgimi çekti biraz arka planından bahsetmenizi isteyeceğim. 

Nilüfer Kozikoğlu / Nilüfer Kozikoğlu Mimarlık 

Yeşil binalarda ekolojik yaklaşımın ötesinde bir de mantıksal yaklaşım gerekli. Girdiler ve çıktılar söz konusu, belli diyagramlar oluşturulmalı. Binalar canlı organizma gibidir, bir davranış şekilleri vardır ve şehirlerde böyledir. Bu noktada yapıyı bir diyagram gibi görmek gerekmektedir. Kodlama ve kod çözme, yapının kodunu yani DNA’sını çözmek önemli. Kod çözme,  bir bilgiyi başka bir bilgiye dönüştürmektir. TUŞPA olarak mekân, malzeme ve programın fiziksel ve sayısal örgütlenmeleri üzerine odaklanan bir mimarlık stüdyosuyuz. Eşya ile kentsel ölçekteki çalışmalar TUŞPA’nın projelerini belirliyor. Tasarımı ölçeklerarası sistemik operasyonlar adı verdiğimiz yöntemle gerçekleştiriyoruz.

Hedef, projenin kendisini üretmek kadar hedef ve değerlendirme kriterlerinin belirginleştirilmesi. Ölçekler arası ile kastedilen disiplinler arası çok katmanlı araştırma ve tasarım soruşturmaları, sadece ölçek içindeki değil ölçekler arasındaki ilişkilerin de yönetimini tanımlar. Program, alan, materyal ya da tekniğe dair farklı değişken setleri ile ve bilimsel yaklaşımla çoklu yürütülen tasarım araştırmaları ve her seferinde oluşan farklı öneri gruplarının birbiri ile kıyaslanması sonucu olasılıklar alanı tanımlanır. Bu sistemik tavırla her ürün prototipik bir modeldir. Tasarım ekibine akademisyen ve mühendis ekipleri de müşteri de talep ve değerlendirmeleri ile katılır. Modellerin iteratif test edilmesi sonucu ihtiyaç programı ve uygulama / değerlendirme kriterleri belirlenir. 

Can Bey’in Yeşil nedir? sorusu doğal sistemler fikrine geri gitmekte, doğal sistemler belli bir davranışı saptar ve bu davranışın nasıl oluştuğunu algılamak çok daha önemli hale gelmektedir. O davranışla ilgili trendlerin tespiti önemli. Mesela, ortak yaşam alanları bir trend, bizim altyapısal sorunlar ile nasıl başa çıkabileceğimiz ile ilgili iyi bir örnek  olabilir. Siz bir işi yaparken yönetimi bir grup profesyonel insana bırakabilirsiniz. Geçmişte kervansaray ve hanlarda olduğu gibi aslında. Bilgi paylaşımı, teknoloji ve internetin gelişimi ile birlikte kolaylaşıyor ve bilgiyi eskiye göre daha özgür şekilde paylaşma imkânı sunuyor. 

Şehirlerde ne oluyor? mimarların rolü nedir? Şunu vurgulamak istiyorum mimarın seçenekleri spektrum açısından hiç bir şey yapmamak da olabilir yani mimarın tercihi bırak olduğu gibi kalsın olabilir... Bundan bahsetmek istiyorum çünkü şehirlerimizde bir evrim meydana geliyor ve bunu iyi gözlemlememiz lâzım...

Bandırma Tasarım Parkı projemizden kısaca bahsetmek istiyorum. Proje alanıda eski bir askeri üsden kalan binalar bulunmaktaydı. Ve bu alana park tasarlandı. Tasarım aşamasında, alanın rejenarasyonu, bölgenin uyandırılması amaçlandı ve alan yeni bir yaşama uyandı. Bandırma Marmara Bölgesi’nde yer alır, İstanbu’a çok yakındır. Doğrudan bir gemi ile ulaşılabilir. Sistemin Marmara bölgesinde nasıl işlediğine lojistik açıdan bakarsak, bu şehirler alt yapısal açıdan iyi bir şekilde birbiriyle bağlı, yollar ve benzer altyapılarla bir şekilde beraberce çalışıyorlar. Ve gelecekte de bir bütün olarak çalışmaya yakınlar. Bandırma bu ağın içinde yer alıyor aynı zamanda uluslararası ortamla da bağlantıları var. 

Bir bütün olarak çalıştığı zaman şehir artık eski şehir, 1950- 60’lı yıllardaki şehir değidir. 60’lardan alınan proje örnekleri artık bir işe yaramaz, tekrar bir ölçümleme ve düşünme süreci gerekli. Söylemek istediğim şey, şehir artık bir endüstri bölgesi değil , doğadan çok farklı değil, insan tarafından yaratılan ve doğa tarafından yaratılan şehir arasında bir fark kalmadı şu anda. Bir entegrasyon ve çok daha geniş bir şehir konsepti var ve şehirdeki insanlar şehrin kalitesine son derece bağlılar. Bandırmalı bir madenci veya İstanbul’da yaşayan bir insan, hepsi internete bağlılar. Ulaşım imkânlarımız var.  Bu noktada ütopya zaten orada şehrin hareket etmesine gerek yok. Londra’da çalışabilirsiniz şu anda buraya gelebilirsiniz veya haftasonu Ayvalığa gidebilirsiniz, buradaki en büyük sorun sayahat ederken çok fazla enerji  harcıyor olmamız. Bu seyahatler internet üzerinden olsaydı. şu anda ben internetten sunum yapabilirdim. 

İzleyici Sorusu:  Sorum Peter Barber’a. Mimar değilim ancak İstanbul’u büyük bir felaket olarak görüyorum. Siz İstanbul’u harika bir şehir olarak ifade ettiniz. Bunu sadece iyi bir insan olarak  mı söylediniz yoksa İstanbul’da bizim göremediğimiz farklı gözlemleriniz mi  oldu?

Peter Barber: Birkaç gündür İstanbul’dayım ve bu konuda yargıda bulunmam mümkün değil. Sadece 30 yaşımdayken 3 gün burada bulunmuştum. O dönemde tarihi yerleri ve sokakları gezdim. Şimdi ise birkaç gün şehri gezeceğim.  Bir yargıya varamayacağım çünkü çok zaman geçirmedim şehirde ama yüzeysel olarak bakarsak güzel bir şehir diyorum. Senin bakış açını tam olarak bilmiyorum, buradaki genel bakış açısını da tam olarak bilmiyorum. Felaket derken ne demek istediğinizi de bilemiyorum.

İzleyici Sorusu: Yeşil Binalar konusu günümüzün bir modası mı? Gelecekte de gündemde olacak mı? Ve yeşil bina kavramı pazarlama aracı olarak kullanılıyor olabilir mi?

Selçuk Avcı: Aslında evren yanıyor, bu konu modanın parçası olacak kadar basit bir konu değil. Tabi sadece binayı güneşe göre konumlandıralım  ya da çatıya iki güneş paneli koyalım... Bu kadar sınırlı ve yüzeysel bir konu da değil. Çevresel tasarımların savunucusu olan, isimlerini burada telaffuz etmemin doğru olmadığı bazı mimar arkadaşlarım konunun aslında modanın bir parçası olduğunu savunuyorlar. Mimarların ancak  yüzde 10’u bu konsepti anlıyorlar, konuyu anlamak ve içselleştirmek gerçekten çok zor. Bunu anlamayan ve anlamak istemeyen çok fazla sayıda mimar var. Gerçekten bunu söylemeye çekiniyorum  ancak İngiltere’ye baktığınızda Yeşil Bina konusunu anlama ve içselleştirme oranı yüzde 90 oranlarına çıkıyor.  Bütün mimarların yüzde 90’ı size yeşil bina konusunda ders anlatabilecek düzeyde konuya hakim diyebilirim. Sokakta herhangi birine sorduğunuzda o da size anlatabilir. Ülkemizde bir bilgi yetersizliği var.Tasarım konusu ise yeterince ciddiye alınmıyor bunu moda değil de yaşamın bir parçası olarak göremiyorlar. 

Hayır bu konu bir moda değildir. Bence bu modadan ziyade bir zorunluluk, bunu tartışmaya bile gerek yok... 

İzleyici Sorusu: Sorum Emir Drahşan’a. Gelecekte yeteri kadar gıda üretimi konusunda sorunumuz olacak bence çünkü gıda talebi artacak. Toprağı kullanmadan tarım yapmak mümkün mü? Sulamayı nasıl yapacağız.?

Emir Drahşan: Günümüzde havada bile gıda üretebilirsiniz suya ihtiyacınız olmadan bunu yapabiliyorsunuz ama bence toprak önemlidir çünkü; bazı mineraller, mikroorganizmalar hatta toprağın içinden geçen enerji bizim gıdamızı  daha besleyici hale getiren unsurlar. Yani bu bir tür kombinasyon, bizim bedenimiz ile toprak arasında bir kombinasyon var, bu yüzden bazı yeni teknolojiler ortaya çıkmış olsa da elimizdeki toprak çok önemli ve ancak şu şekilde yeterli olabilir; toprağı farklı teknikler ile doğru yönetmeyi öğrenebilirsek. Biz durmadan binalar inşa ederek, beton kullanarak toprağı öldürüyoruz. Günümüzdeki beslenme şeklimiz, yeme alışkanlıklarımız, yediğimiz et miktarı toprağa zarar veriyor. Davranış şekillerimizi ve alışkanlıklarımızı değiştirmeliyiz. ABD’de bütün tarım alanları aslında ekilen araziler ve bu arazilerde %90 oranında hayvan yemi üretiliyor, yüzde doksandan bahsediyorum bizim yaşam biçimizi kökten değiştirmemiz lazım. Hergün et yemek zorunda değiliz. 



Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)