Algıla ve Harekete Geç...

Kullanışlı, Bir O Kadar da Eğlenceli Fikirler
Pınar Seyrek,Y. Mimar

“Tasarımcılar, devrimleri hayatımıza yediren insanlardır.” New York’taki Modern Sanat Müzesi MoMA’nın tasarım küratörü Paola Antonelli bu sözlerle anlatıyor tasarımcının yeni teknolojiler ile insanlar arasındaki ilişkiyi yakınlaştırmasını. Bu sözü şu şekilde okumak da mümkün: Bir buluş devrim niteliği taşıyacak kadar parlak olsa da, kullanılabildiği ölçüde insana yakınlaşabilir. Küçük bir örnek vermek gerekirse, bugün en basit yapı malzemesi olarak gördüğümüz betonarme de bir zamanlar devrim niteliği taşıyan bir buluştu1 . Mimarlar bu malzemenin olanaklarını araştıran projeler geliştirip uygulama alanı buldukça, malzeme yaygınlaştı, topluma mâl oldu. Farkına varsak da varmasak da bugün çevremizde gördüğümüz hemen her yapı bu buluşun temelleri üzerinde şekil alıyor ve dahası, hayatımıza şekil veriyor.

Sürdürülebilir yapılaşma bağlamında düşündüğümüzde son zamanların en büyük buluşlarından biri duyucu (sensor) ve eyleyici (actuator) bileşenler içeren teknolojiler olsa gerek. Yukarıdaki örnekte de olduğu gibi, biz farkına varmadan, kısa bir süre içinde bu teknoloji çok hızlı bir şekilde gelişti ve bugün artık bu teknoloji ile yapılabileceklerin sınırı neredeyse yok gibi. Bazılarımız için bu hala önünden geçerken yanan ışık, elimizi altına götürdüğümüzde akan musluk veya en gelişmiş haliyle evimizdeki kombiyi idare eden termostat demek. Oysa duyucu ve eyleyicileri içeren biliş sistemleri şüphesiz bunlardan çok daha fazlasına kadir ve nasıl yaşadığımızı şimdiden etkiliyor.

DUYUCU NEDİR?

TÜBİTAK’a göre duyucular, sistem dışından gelen uyarılara tepki veren, bunları algılayan ve önceden belirlenmiş bazı değişkenleri ölçebilen algılayıcı cihazlardır. Çağdaş teknoloji kapsamında bir duyucudan beklenen işlevler şunlardır:

1- Algılama: Dış olguların varlığını algılama, 2- Seçme: Dış uyarılardan birisini süzme ve istenirse ölçme, 3- Sinyal İşleme: Girdi sinyalini çıktı sinyaline dönüştürme, 4- İletişim: Denetim sistemi, kayıt sistemi veya insana bilgi aktarımı.

Duyucular algılama sistemlerinin bir parçası, biliş sistemlerinin ise ön koşuludur. Duyucu teknolojisi ölçüm teknolojisinden daha kapsamlı bir kavram olup, bir fiziksel olgunun varlığının algılanması duyucu teknolojisinin görev tanımı kapsamındadır. İnsan duyuları çevreden gelen uyarıları algılayabilirler, ancak ölçüm yoktur. İnsan fizyolojisi “sıcaklık” ve “soğukluk” derecelerini ayırt edebilir ama bir termometre gibi hassas bir ölçüm veremez. Bir imalat hattında kalite denetimi sisteminin bir parçası olarak ölçüm yapılabilir ama bu ürünün kalitesi hakkında da duyucular bilgi veremezler. İnsan duyucularının değişik kaynaklardan gelen uyarıları birleştirip bir sonuç bildirme özelliği vardır. Yeni duyucu teknolojisi gelişim eğilimi, gelişmiş insan duyucu-beyin sistemine benzer yöntemler geliştirmektir.” 2

ÇÖP TAKİBİ

Her ne kadar yukarıdaki tanımda insanın algı sistemine benzeyen sistemleri yeniden üretmek şeklinde bir amaçtan bahsediliyorsa da duyuculardan elde edilen verilerin kapsam ve çeşitlilik yelpazesinin çok geniş olması kullanım alanını genişletiyor. İtalyan inşaat mühendisi ve mimar Carlo Ratti3 Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) SENSEable City isimli laboratuvarın yöneticisi olarak, duyuculara ve taşınılabilir teknolojilere dayanan çok ilginç projeler üretiyor. Laboratuvarın amacı, yapılı çevreyi şimdiye kadar olduğundan başka türlü algılamamızın bu yeni teknolojiler sayesinde nasıl mümkün olduğunu araştırmak. Laboratuvarın en eğlenceli projelerden biri olan “Trash Track”4 (Çöp Takibi) kapsamında, Amerika’nın Seattle şehrinde 500 gönüllüden toplanan 3000 adet, her çeşit “çöp,” önce lokasyon duyuculu vericilerle fişlenmiş. Daha sonra olağan çöp dolaşımına sokulan bu işaretli çöplerin gittikleri yerler izlenmiş, ne sürede, ne kadar yol kat edip sonuç olarak nereye vardıkları kaydedilmiş. Daha sonra duyuculardan elde ettikleri verileri harita üzerinde çok etkileyici bir animasyon ile görünebilir ve herkes için anlaşılabilir bir şekle sokmuşlar. MoMA’da “Backtalk”5 ismiyle sergilenme şansı bulan bir sonraki denemede ise bu fişlemeyi dizüstü bilgisayarlar, cep telefonları, kullanılmış kartuşlar ve pillerle yapmışlar ve bunların ikinci hatta üçüncü hayatlarına ait veriler, bilgiler ve görseller toplamışlar. Bu projenin amacı, çöp olarak nitelediğimiz ve evimizden çıktıktan sonra ne olduğunu hiç merak etmediğimiz, yok olduğunu ya da gerekli yere ulaştığını varsaydığımız ve dolayısıyla çok da fazla sorumluluğunu almadığımız şeylerin, sırf bizden çıktığı için aslında yok olmadığını bize göstermek, bu yolla geri dönüşüm hakkında bilinç oluşturmak ve belki bu konudaki davranışlarımızda bir değişiklik yaratmak.

Sürdürülebilir bir gelecek için bu türden detaylı verilerin önemi çok büyük. Artık her şeyin çok hızlı bir şekilde değiştiği ve dönüştüğü dünyamız üzerinde, özelde insanoğlunun ekosistem üzerindeki etkisini kavrayabilmemiz, Ratti’nin de projelerinde dikkat çekmeye çalıştığı üzere, bu verilerin öncelikle sağlanmasına bağlı. Bunların nasıl yorumlanıp kullanılacağı ise ikinci aşamayı oluşturuyor.

AKILLI BİNALAR MI, AKILLI KULLANICILAR MI?

Toparlanan veriler Trash Tracking örneğinde olduğu gibi, özellikle insan algısına hitap edecek şekilde görselleştirilmediği sürece pek çok kişi için hiçbir şey ifade etmez. Dolayısıyla verileri yorumlayacak ve kullanacak olan biliş sistemlerine ihtiyaç duyulur.

Biliş sistemleri duyuculardan gelen bilgileri değerlendiren; süreç içinde algılama ve eylem arasındaki tüm işlem ve işlevleri içeren; amaç, davranış ve çevre arasında köprü kuran kavram ve uygulamalardır. Günümüzde modern biliş sistemleri, sistem tasarımcısı tarafından önceden belirlenmiş kurallar kadar duyuculardan ve kullanıcılardan gelen farklı parametreleri de kullanıp duyucu tümleştirmesi yapacak şekilde tasarlanıyor. Bunun bir diğer adı da “yapay zeka”. Yine TÜBİTAK’a göre genel anlamda biliş sistemleri aşağıdaki işlerden sorumludur:

1- Örüntü algılama: Biliş sistemleri duyuculardan ve algılama sistemlerinden gelen bilgileri, gerekirse ve çoğunlukla işleyerek, çevre ile ilgili kalıplar arar. Bu kalıpları değerlendirerek önceden belirlenmiş bazı kalıplar ile uyumlu olup olmadığına bakar;

2- Çevre modelleme: Sistem tasarımcısının sisteme tasarım aşamasında yüklediği bilgileri de kullanarak, ilgi alanının modelini geliştirir;

3- Eylem geliştirme: Biliş sistemi için önceden yüklenmiş bir dizi denklemler, algılama sisteminden gelen bilgilere göre kullanılarak hesaplama yapılır. Bu hesaplama sonuçlarına göre eylem için veri üretilir ve bu verilere göre eylem yapılır;

4- Öğrenme: Bazı eylemler istenen sonucu sağlamaz ve sistemin üst düzey amaçlarına ulaşılamaz, veya verimli ve tatmin edici sonuçlar alınamaz. Biliş sistemleri bu durumlarda deneyim birikimi sağlayarak daha sonraki davranışların yeniden düzenlenmesine olanak verir.”6

AKILLI BİNALAR - AKILLI ŞEBEKELER

Sürdürülebilir yapılı çevremizle ilgili olarak yapay zeka veya biliş sistemlerinden bahsedildiğinde ilk akla gelecek olan şüphesiz bina otomasyon sistemleri. Bu ilişkiden dolayı “akıllı binalar” olarak isimlendirilip pazara bu isimle sunulan bu sistemler, temel olarak kullanıcısına güvenlik, konfor ve tasarruf sağlayan sistemler olarak tanınıyor. Konuya enerji verimliliği çerçevesinden baktığımızda özellikle bina içindeki ısıtma, soğutma ve aydınlatma sistemlerinin daha duyarlı bir şekilde kullanılmasına olanak veren bu sistemler, yukarıda bahsi geçtiği şekilde algılayan, modelleyen, düşünen ve öğrenen sistemler olabiliyor. Çoğunlukla daha önceden belirlenmiş senaryolar doğrultusunda kullanıcı davranışları ve diğer dış etmenler, duyucular aracılığıyla kaydedilip biliş sistemi tarafından değerlendirildikten sonra eyleyiciler yoluyla uygulamaya konuluyor. Örneğin, ışık duyucuları güneşin batışını tespit ettiğinde sistem otomatik olarak evdeki perdeleri kapatıp aydınlatmaları devreye sokabiliyor. Yine hareket duyucuları, içinde kimsenin olmadığı mekanları tespit edip, odalardaki aydınlatma ve belki ısıtma sistemlerini kapatıyor. Bu ve buna benzer yöntemlerle ev sakinlerinin güvenliği ve konforunda bir değişiklik olmadan tasarruf sağlanabiliyor.

Akıllı bina sistemleri ağırlıklı olarak sistem tasarımcısının öngörüleri ışığında kapalı sistemler olarak çalışıyor. Yani sistem dahilindeki duyuculardan elde edilen veriler, sadece o bina için tasarlanmış biliş sistemleri içinde değerlendiriliyor ve yine sadece o bina için bir çıkarımda bulunulup eyleme geçilmiş oluyor. Konu, enerji faturalarının düşürülmesine yönelik basit tasarruf kapsamından daha global enerji verimliliği seviyesine çıkarıldığında, bu tür sistemlerin eksik yanları ortaya çıkmaya başlıyor. Akıllı binalardan çok “akıllı şebekeler”den7 bahsedilmeye başlanıyor. Konunun bu ölçeği şu anda belki yönetimlerden daha çok enerji şirketlerini yakından ilgilendiriyor. Enerji sağlama ve dağıtımının tamamının özel şirketlerin elinde olduğu ABD'de bu şirketler akıllı şebekeler oluşturma konusunda bir miktar yol aldı bile. Carnegie Mellon Üniversitesi Mühendislik ve Kamu Politikaları Bölümü tarafından yayınlanan “Akıllı Şebekelerin Pek Çeşitli Anlamları”8 başlıklı çalışmada, herkesin başka bir beklentisinin olduğu akıllı şebekelerin gerçekte ne olup olmadığı netleştirilmeye çalışılmış. Bu çalışmaya göre “akıllı şebekeler” oluşturmak için ilk adım kullanıcı enerji sarfiyatının denetimi. Enerji arzını en çok zorlayan ve birim fiyatların yükselmesine sebep olan şey talebin yükseldiği anlar ve zamanlar olduğu için, kullanıcı tarafında en büyük tasarrufu tüketim zamanının kontrol altına alınması ve yönetilmesi sağlıyor. Herkesin aynı anda fazla enerji tüketmeye başladığı durumlarda (örneğin çok sıcak ya da çok soğuk günlerde) enerjiyi üretmek de iletmek de daha zor ve maliyetli hale geliyor. Eş zamanlı tüketimi azaltmak için ise birbiriyle ve merkezle iletişim kurabilen, iki yönlü veri alışverişi yapabilen sayaçlardan bahsediliyor. Bu tip sayaçlar sayesinde, kullanıcıların tek tek takip edilip daha uygun zamanlarda ve şekilde enerji sarf etmesi için yönlendirilmesi mümkün olabiliyor.

KONTROL VE SORUMLULUK KİMDE OLMALI?

Kullanıcı davranışları hakkında ipucu veren verilerin kötüye kullanılabilecek olması konusunda gittikçe daha fazla senaryoların üretildiği, kontrol ve özel hayat konusunda hassaslaşmış bir dünyada, bunlara alternatif sistemler kurma çabaları da var. Bunlardan biri 2009 yılında İngiliz disiplinler arası tasarım firması Tinker tarafından başlatılan HomeSense araştırma projesi9. HomeSense'in yaratıcıları, mevcut bina otomasyon sistemlerinin beklenilen ilgiyi görmemesinin sebebinin, başarısız iletişim ve arayüz tasarımlarına sahip olmaları ve kullanıcıyı sınırlayıcı bir rijitlikte üretilmeleri olduğunu savunuyor. Projenin amacı teknolojiyi kullanıcıya yakınlaştırmak, “teknoloji okur-yazarlığı” olarak adlandırabileceğimiz bir bilinç ve beceri düzeyine ulaşmalarına yardımcı olmak. Projenin yaratıcıları, açık kaynak yazılım ve donanımlarla daha iyi senaryolar ve çözümler üretilebileceğine inanıyorlar. Proje kapsamında Avrupa'nın çeşitli kentlerinden gönüllülere, içinde bir kullanım kılavuzu ve basit elektronik bileşenlerin bulunduğu bir paket ile yerel ölçekte başvurabilecekleri teknoloji uzmanları sağlanıyor. Bunları kullanarak kendi ihtiyaçlarını belirlemeleri ve bu belirledikleri ihtiyacı karşılayacak basit otomasyon sistemleri kurmaları teşvik ediliyor. 2011 yılı itibariyle sonlandırılan projenin detaylarını merak edenler web sitesinden şimdiye kadar üretilenlere dair geniş bilgiye sahip olabilir, hatta hala kendi sistemlerini kurmak için ilham bulabilirler.

KULLANIŞLI, BİR O KADAR DA EĞLENCELİ ÜRÜNLER

Üretilen sistemlere bir iki örnek vermek gerekirse, zamanı geldiğinde kedileri ayrı ayrı besleyen bir “mamamatik”, fırından sıcak çıkan ürünün ne olduğunu müşterilerin telefonlarına yollayan tek tuşlu bir fırın vericisi, borsanın durumuna göre rengi ve dolayısıyla “havası” değişen bir aydınlatma gibi kullanışlı, bir o kadar da eğlenceli ürünlerden bahsediyoruz.

Teknolojik aygıt ve sistemler ile bunlara ait datanın büyük çok uluslu şirketlerin elinde birer silaha dönüşmesine engel olacak şekilde anlaşılır hale getirilip tabana yayılması konusunda çalışma yapan bir başka isim de Londralı mimar Usman Haque10 . “İleri bağlantısallık” kavramı içinde Haque, teknolojik araçlar ve ağları kullanarak kalabalıkların, yapılı çevreyi şekillendirebildikleri sistemler üretmek için çalışıyor. Kurucusu olduğu Pachube11 isimli sistem, birbiriyle iletişim içine olabilecek her şeyin (cihazlar, binalar, sanal çevreler vb.) birbirine bağlanması ve ilk aşamada ilgili görünmeyen ilişkilerin ve data akışlarının, yaygın tabanda üretilecek fikirlerle ne denli farklı ve kullanışlı sonuçları olabileceği ile ilgili. Temelde “data tellallığı” olarak tanımlanabilecek olan Pachube, küçük ve orta ölçekli girişimcilerin bütçe ayıramayacakları data altyapısını ve araçları onlara sağlamayı ve böylelikle farklı kullanışlı uygulamalar üretmelerine yardımcı olmaya çalışıyor.

BENCİL MOD

Bu altyapı ile neler yapılabileceğini göstermek için Haque Tasarım ve Araştırma da (New York Architectural League tarafından organize edilen Sentient City isimli sergi için) Natural Fuse12 isimli bir proje geliştirmiş. Natural Fuse, bitkilerin karbondioksit gömülüm kapasitesini değerlendiren, yerel ve global ölçekli bir çerçeve. Biliyoruz ki harcadığımız enerjinin karbon ayak izini silmek veya azaltmak için bitkilerin varlığına ihtiyacımız var. Bu ilişki Natural Fuse kapsamında, bir adet salon bitkisine bağlı bir elektrik prizi olarak somutlaştırılmış. Bitkinin nötrlediği kadar karbon ayak izi yaratacak enerji miktarı ona bağlı olan prizden elde edilebiliyor. Pek tabi, tek bir bitkinin kapasitesi, düşük amperli bir ampulün yanmasına dahi yetmiyor. Bir networkle birbirine bağlanan bitki-priz üniteleri, bir priz kullanımda olmadığı zamanlar onun kapasitesini diğer ünitelere yönlendiriyor ve bu şekilde bir priz beş ya da altı ünitenin kapasitesiyle çalışır hale geçiyor. Acil durumlar için her ünitenin açma kapama düğmesinde “bencil modu” mevcut. Çok gerekli olduğunu düşündüğünde kullanıcı bu moda geçerek, mevcut kapasitenin üzerinde enerji çekebiliyor. Diyelim biri evdeki hırsızı kovalamak için ampulünü sürekli yakmak istiyor. Bencil modda bu mümkün. Fakat bağlı tüm ünitelerin kapasitesinin üzerinde bir enerji sarfiyatı olduğunda, sistem bir başkasının bitkisi öldürüyor! Gerçekte her bitkinin üç canı var ve böyle bir durumda ilk önce bitkisi ölen ile ölmesine sebep olana sistem öncelikle bir e-posta gönderip durumu anlatıyor, birbirleriyle konuşmalarını sağlıyor. Durum tekrarlandıkça herkesin faydalandığı bitkiler ve dolayısıyla mevcut enerji miktarı giderek azalıyor. Eğer kullanıcılar sorumlu davranır, “bencil modu”nu mümkün olduğunda az kullanarak enerji sarfiyatlarını makul düzeyde tutarlarsa, bitkiler hayatta kalıyor ve mevcut enerji miktarı korunuyor. Bu esprili olduğu kadar mantıklı proje, sadece enerji sarfiyatı ile dünya üzerindeki yeşil miktarı arasındaki doğrudan ilişkiye dikkat çekmekle kalmıyor, sınırlı kaynaklarımızın makul paylaşımı için çok yönlü iletişimin ve toplum bilincinin elzem olduğuna işaret ediyor.

SONUÇ

Gün geçmiyor ki “teknolojinin ulaştığı son nokta” olduğu söylenen ve gerekliliği konusunda ısrar edilen yeni yeni ürünler önümüze gelmesin. İletişim çağında çevreye duyarlı bireyler olarak, en çevreci, en “temiz,” en tasarruflusu da olsa o ürüne yönelmeden önce bağlamını, nereden gelip bereye gittiğini değerlendirebilir, hevesle atılmak yerine, düşünen, tasarlayan ve hatta üreten kullanıcılar olmayı deneyebiliriz. Bunun için ihtiyaç duyacağımız her şey geçekten bir tık uzağımızda.


Yorumlar

gizem 14 Aralık 2012

hiç su nasıl arıtılırla ilgili bir örnek yokmu

Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)