Mimari, Şehirleri ve Ekonomiyi Canlandıracak Bir Potansiyel...

BINAA Mimarlık / Burak Pekoğlu

Kasso Mühendislik Sponsorluğunda Hazırlanmıştır.

Mimariye programatik olarak baktığınızda hem şehirleri yönlendirebilecek hem de kültürel ekonomiyi de canlandırabilecek bir potansiyel aslında. Bunu sadece doğru planlamak, belediyelere doğru aktarabilmek ve doğru kişilerle çalışabilmek gerekiyor, tabii bu her zaman olamıyor.

Uluslararası anlamda üstün bir başarıya sahipsiniz, kendinizden biraz bahsedebilir misiniz? Kariyerinizi, BINAA Mimarlık’ın kuruluş hikayesini ve felsefesini anlatabilir misiniz?

Robert Koleji’nden mezun olduktan sonra Amerika’ya gittim ve New York Eyalet Üniversitesi’nde mimarlık okudum. Harvard Üniversitesi’nde yüksek lisansımı tamamladım. Yedi senelik bir mimarlık eğitiminin akabinde Harvard Üniversitesi’nde Frank Gehry’nin partneri olan hocam Edwin Chan’in asistanlığını yaptım. Okuldan sonra da iletişimimiz devam etti ve uluslararası alanda mimarlık nasıl işliyor, işveren ve mimar arasında nasıl ilişkiler kuruluyor, büyük projeler nasıl hayata geçiyor şeklinde işin perde arkası kısımlarını köklü kişilerden öğrenme şansım oldu. Okul ve iş hayatının dışında  gözlem yapmayı da sevmemin, dünyanın farklı yerlerinde bulunmamın bu anlamda bana katkısı olduğunu söyleyebilirim. Tasarımcı bir mimar olarak gelişim süreçlerini deneyimlemek adına  Pelli Clarke Pelli Architects’in (PCPA) New Haven ofisinde iki yıl kadar çalıştım.  İşin büyük ölçekli ve kurumsal kısmını orada deneyimleme fırsatı buldum. Oradan ayrıldıktan sonra maceraperest kişiliğim ile kurumsal hayatın dışında kendim bir şeyler yapmak istedim. O sırada Amerika’da iken Bursa’da bir işveren ile başladığımız Argül Weave projesi sayesinde bu tasarımları Türkiye’de yapabilir miyiz kısmını deneyimleme şansım oldu.  Amerika’da on yılımı doldurmamla oradaki birikimim doygunluğa ulaştı ve Türkiye’ye döndüm. Bu esnada Harvard’daki mimarlık tarihi hocam Sibel Bozdoğan’ın yönlendirmesiyle o dönem Bilgi Üniversitesi’nde proje dersi vermeye başladım. Bu süreç hem kendimi hem de Türkiye’deki eğitimi tanımam açısından bir fırsattı, daha sonra İTÜ ve Kadir Has Üniversitelerinde proje dersleri verdim. 

Fotoğraf: Thomas Mayer

S2OSB, Sakarya

Bu sırada aklımda BINAA fikri vardı, Building Innovation Arts Architecture, uluslararası anlamda ve Türkiye’de neler yapabilirimi kapsayan bir süreçti. 21. yy’da mimarlık, mimarlık pratiği, stüdyo kültürü nasıl ilerleyebilir diye kendime sordum ve o anlamda BINAA’da daha çok ARGE amaçlı kolektif bir stüdyo kültürü kurduk. Burada bir mimarlık ofisinden öte amacımız; daha açık bir kaynak oluşturabilecek, tasarım süreçlerinin perde arkasını gösterebileceğimiz, genç tasarımcılara da örnek olabilecek bir yapı oluşturabilmekti. İlk etapta bir hayaldi; çünkü böyle bir şey oluşturabilmeniz için emek harcamanız, iş oluşturmanız, proje üzerinden ilerlemeniz bunun için de bütçe ve zaman ayırmanız gerekiyordu. Bir yandan çalışmaya devam ederken bir yandan da zaman ve emek olarak bu söylediklerime yatırım yaptım. Web sitemizi oluşturduk ve yaptığımız çalışmaları uluslararası anlamda duyurmayı amaçladık. Böylece BINAA start up bir proje gibi gelişti. Her projeyi yaparken biz bu projede yenilikçi bir şey yapalım, malzemeye değişik formlar verelim, üreticiyi zorlayalım, doğal taş, ahşap, metal, cam konularında doğru kişilere ulaşalım, doğru mühendislerle, danışmanlarla çalışalım şeklinde düşüncelerimizle BINAA konsepti olgunlaştı. 

Biraz da Türkiye’de gözlemlediğimiz eksikleri gündeme getirip bir mimari pratik hem de bunun paralelinde araştırma stüdyosu şeklinde entegre çalışırsak kendi içimizde birtakım buluşlar geliştiririz ve zamanla bunları kaydedip ‘case study’ haline getirip açık bir kaynak olarak da aktarabiliriz diye düşündük. Şu an geldiğimiz noktada BINAA’nın oluşumu beş yılı tamamladı, ilk beş yılın sonunda çalışmalarımızı içeren bir sergi açacağız ve kitap yayımlayacağız.

Fotoğraf: Emre Dortel

S2OSB, Sakarya

S2OSB Yönetim Binası ve Konferans  Salonu A+Awards ‘ta mimari metal ödülü aldı. Bu projenizden bahsedebilir misiniz? 

Bu projede lokal başarımızın uluslararası alanda duyulması bizim için heyecanlı ve gurur vericiydi. BINAA için de bir kırılma noktası oldu diyebilirim; çünkü bu proje ile birçok fikrin, emeğin, araştırmanın doğru bir işveren ile doğru bir noktada buluşması sağlandı. Bu projede avantajımız proje anlamında uluslararası örneklere benzeyen planlı, programlı, profesyonel bir süreç yaşamamız oldu. Türkiye’deki müteahhit mantığının aksine işin başında işveren temsilcisi olarak profesyonel biri vardı ve bütün bütçe ve süreç onun tarafından yönetildi. Bunun için süreci şeffaf olarak değerlendirme şansı yakaladık. İyi bir ekip oluşturarak mümkün olduğunca lokal kaynakları kullanmaya çalışarak tasarım ve uygulama sürecini oluşturduk. Aslında bu ortaya doğru bir iş çıkması adına olması gereken bir süreçti, fakat Türkiye’de bu tarz imkanlarla nadir karşılaşabiliyorsunuz. Bunun artmasını dilerken bir yandan da mimarların üzerine çok fazla vazife düştüğünün altını çizmek istiyorum, bizim burada mimarlığın da ötesinde birçok parametreyi bir arada tutabilmemiz gerekiyor. Biz ekip olarak bütün çalışmalarımızda aldığımız her konuyu farklı bakış açıları ile doğru yönlendirmeye çalışıyoruz ve bu anlamda her proje bizim için yeni bir macera oluyor. Sakarya’daki başarımız da bir anlamda bunun bir örneği oldu. Verdiğimiz zamanda verdiğimiz bütçe dahilinde projeyi tamamlayabildik. O bölge ve işveren için prestijli ve sıra dışı bir proje oldu. Mimarinin İstanbul’un da dışında Anadolu’ya yönelik alanlarda gücünün gösterebileceği bir potansiyel oluşmuş oldu. 

Fotoğraf: Cemal Emden

S2OSB, Sakarya

Bizim ülkemizde maalesef bütün enerji İstanbul’a yoğunlaşmış durumda, halbuki bizim bu enerjiyi Anadolu’ya ve Doğu’ya doğru yaymamız gerekiyor. Siz bunu dağıtabildiğiniz noktada ülkenin gelişimi de dağılmaya ve hızlanmaya başlayacaktır. Bu anlamda mimarinin yapılanmada ve doğru projeyi doğru yere yapmaktaki önemi çok fazla.

Harvard’daki tezim de mimarinin ve altyapının gelişmesi ile beraber Anadolu’daki şehirlerin kalkınması üzerineydi, Eskişehir Ticaret Odası’nın desteği ile tezim sergi ve kitap haline getirilmişti. Mimariye programatik olarak baktığınızda hem şehirleri yönlendirebilecek hem de kültürel ekonomiyi de canlandırabilecek bir potansiyel aslında. Bunu sadece doğru planlamak, belediyelere doğru aktarabilmek ve doğru kişilerle iş birliği yapabilmek gerekiyor. 

Hendek’teki projeyi tamamladıktan sonra Sakarya Belediyesi’nin bizi merak etmesi üzerine tanışmaya davet edildik. Sohbetimiz esnasında bizim de gündemimizde olan şehir kütüphane konusu gündeme geldi. Yedi, sekiz bin metrekare içeriğinde farklı kullanımları içinde barındıracak sosyal alanların, engelli alanlarının, kütüphane alanlarının, konferans salonlarının bulunduğu bir program içeriğini verdiler ve bizden konsept çalışması istediler.  Bu konu bizi de çok heyecanlandırdığı için ekip olarak ciddi bir emek ve enerji harcadık. Kendilerine sunduğumuz projeyi beğendiler ve onayladılar. Biz de geçtiğimiz bir seneden itibaren bu projeyi geliştirerek yılbaşından önce teslim ettik. Projemiz Ankara’da Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından onaylandı ve uygulamaya yönelik tekrar ihaleye çıkacak.

Fotoğraf: Thomas Mayer

S2OSB, Sakarya

Buna benzer başka projeleriniz olacak mı?

Sakarya’nın paralelinde gelişen bir diğer heyecanlı proje de Mardin’de yeni bir şehir kütüphanesi projesi. Doğu’da, Mardin gibi bir şehirde kütüphane yapabilmenin bir ayrıcalık olduğunu düşünüyorum; çünkü orada böyle bir kullanıma ciddi anlamda ihtiyaç var. İki yıl sonra oradaki bir çocuğun hayatına dokunabilecek olmayı, perspektifini değiştirmeyi, farklı dünyalar açmayı önemsiyoruz.

Bu proje kapsamında Mardin’de lokal bir ortağımız oluştu; çünkü bu projeyi tek başına yapmak yerine lokal bir ekibin de perspektifinin işin içerisinde olmasını istedik ve bu durum bizim için büyük avantaj oldu. Geldiğimiz noktada işi resmileştiriyoruz ve konsepti ciddi anlamda oturttuk. Sakarya’daki benzer içeriği oranın yerel dokusuna, yerel imkanlarına yönelik uygulayacağız. Mardin taşını yerel kaynak olarak kullanmaya çalışacağız, bunun için projeyi çizerken araştırma, geliştirme yapıyoruz, oradaki yerel mimariden ilham alarak ilerletmeye çalışıyoruz. Bu proje bizim çok önemsediğimiz bir sosyal sorumluluk projesi haline geldi. 

Fotoğraf: Thomas Mayer

S2OSB, Sakarya 

Maketler ile çalıştığınızı görüyoruz,  ofislerde artık çok sık rastlayamıyoruz...

Maket çok önemli. Türkiye’de ise işveren hep render üzerinden mimar seçiyor, bana böyle bir teklif geldiği zaman geri adım atıyorum; çünkü render çok yüzeysel bir algı yaratıyor, doğru bir işverenin öncelikle çalışmak istediği mimarı seçmesi lazım, görseli değil. Ancak  bu şekilde karşılıklı diyalog oluşabilir ondan sonra zaten render da maket de ortaya çıkar. Dünyadaki iyi mimarlar işverenle diyalog halinde, karşılıklı perspektiflerle anlaşarak maketlerle çalışırlar. Maketler aslında bir projenin ana kurgusunu tamamlamanın yüzde ellisi gibi. Biz her şeyi üç boyutlu olarak çalışarak ilerleyen aşamalarda dijital ‘mock-up’ üzerinden uygulamanın birebir simülasyonunu oluşturabiliyoruz. Böylece günümüzde BIM yaklaşımını doğal olarak konseptten uygulamaya yönelik kendi dilimizde yapmış oluyoruz. Sahaya gitmeden önce bütün problemleri modelde görebiliyoruz. Kendi içimizde oluşturduğumuz metodoloji, inşaat sürecinde yaşanan ciddi zaman, enerji ve bütçe kayıplarını optimize ederek işveren açısından ve çevresel anlamda kazanç sağlamamıza imkan veriyor. 

Fotoğraf: Thomas Mayer

Argül Weave, Bursa

Bursa’daki ‘Argül Weave’…  Burada da  yine farklı bir cephe görüyoruz ama bu sefer taş ön planda… Biraz da bu projeyi  sizden dinlemek isteriz.

Projeye örgü taştan doğal bir cephe yapma düşüncesiyle başladık. Argul Weave BINAA’nın kuruluş aşamasında stratejik önem taşıyor. Amerika’dan dönmeden önce uzaktan ve çok kısıtlı imkanlarla orkestra ettiğimiz bir süreçti. Bu projeyi Amerika’dan nasıl yapabileceğimizi düşünerek ciddi bir araştırma, geliştirme süreci yaşadık. Tabii böyle bir projeyi Türkiye’de belli bir noktaya getirebilmek ve o işi lokal kaynaklarla çözebilmek enteresan bir deneyim oldu. Türkiye’de usta kültürü olmasına rağmen siz doğru yönlendirdiğiniz, iletişim kurduğunuz ve tasarımı doğru aktardığınız zaman sorunları çözebiliyorsunuz; fakat bunun için çok fazla enerji harcamanız gerekiyor. İyi bir mimari ortaya çıkartabilmek için mimarın sadece kendi başına değil, doğru bir işverenle diyalog halinde süreci yönetebilmesi çok önemlidir ki yapılan işe hem değer katılsın hem de ortaya başarılı bir sonuç çıkabilsin. 

Sizce malzeme seçiminde öne çıkan  kriterler nelerdir,  kullandığınız malzemelere nasıl karar veriyorsunuz? 

Projede detayları kendi başınıza bir noktaya kadar çözebiliyorsunuz. Dolayısıyla bizim için her projede önemli olan, özellikle özel üretim kısımlarında uygulama aşamasından önce tüm özel üretim detaylarının denemelerini yaparak ve numunelerini onaylayarak ilerlenmesidir. 

Bu aşamada malzemeyi çok iyi anlamanız ve doğru seçmeniz dolayısıyla üretici ve taşeronlarla sürekli irtibat halinde olmanız gerekiyor. Bilinçli araştırdığınızda ise Türkiye’de bu konuda doğru kişilere ulaşabilmek mümkün. Türkiye coğrafi potansiyel olarak malzeme konusunda dinamik bir ülke. Son yıllardaki gözlemim, Türkiye müteahhit ülkesi iken mimariye doğru yönelmeye bununla birlikte toplum da bilinçlenmeye başladı. Bu bilincin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda üreticilerin de hedefi mimarlar oldu. Bu da demek oluyor ki tasarıma yönelik malzemeye karar veren mercii biraz daha dengeleniyor.

Malzeme konusunda Türkiye endüstri ve sanayi olarak çok ciddi imkanlara sahip bir ülke. Üretim konusunda ise zorluklar var, bunların aşılması ve üreticinin daha çok desteklenmesi gerekiyor. 

Fotoğraf: BINAA

Kütüphane, Sakarya

Proje yaparken ofis işin yüzde otuzu, yani mutfağı. Biz sürekli fabrikada, sahada, atölyede, mühendislerleyiz ki ofisteki mutfakla işi evlendirebilelim. Bu yüzden ekipçe dışarıda olmayı, malzemelerin metalin nasıl eğilip büküldüğünü, taşın nasıl yontulduğunu görmeyi ve yeni şeyler öğrenmeyi önemsiyoruz. Bu yüzden devamlı işin kaynağını araştırıyoruz. Örneğin metal konusunda bu işi yapanın en iyisini bulmaya çalıştık, S2OSB projesinin metal cephesini Kasso ile geliştirdik. Bu firma ile üç yıldır çalışıyoruz ve kardeş firma gibi olduk. Onlar bize imkanlarını açtılar, biz onlara yönlendirme yaptık.  S2OSB projesinde onları zorlayarak, imkanları ile proje içerisinde kaliteli ve farklı bir ürün çıkarmayı, aynı zamanda bu ürünün ileride de yaşamasını amaçladık. Bu projenin cephesinde kimyasaldan uzak, doğal olarak metali nasıl işleme sokabiliriz, nasıl bükebiliriz, nasıl en doğru malzemeyi kullanabilirizi bulmaya çalıştık.  Cephede boya kullanmadık ve Türkiye’de şu anda örneği tek. Alüminyum levhayı doğal olarak alıp bir prosedür üzerinden şekillendirip sahada bir ürün haline getirdik. Bu projemiz geçtiğimiz sene mimari ve metal kategorisinde Architizer A+ Awards’da uluslararası platformda bizlere birincilik ödülünü getirdi. 

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Yayınınızla alakalı olduğunu düşündüğüm ekoloji kavramı ile ilgili geçtiğimiz sene içerisinde Ekolojik Enerji isimli bir firma ile beraber Tekirdağ’da dört yüz dönümlük atık yönetim kompleksinin içerisinde yer alan elektronik atık yönetim tesisini projelendirdik, şu anda bu geri dönüşüm tesisinin uygulaması yapılıyor. İkinci olarak bir başka enerji firması ile sıfır enerji kullanımı üzerine bir ARGE projesi yapıyoruz. Bir yandan da tüm yenilenebilir enerji teknolojilerini bir arada entegre etmeyi hedefleyen, solar panelleri, bir takım ısıtıcıları, araba şarj istasyonlarını kendi içinde çözebileceğimiz ön üretim odaklı ve yerinde uygulamaya hazır bir ürün olarak geliştirme sürecindeyiz, ilerleyen zamanlarda testlerini ve prototipi yapacağız.

Fotoğraf: BINAA

İnteria, İstanbul


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)