Mimarlık Malzemelerin Gösterişi Haline Gelmemeli

Sponsorluğunda Hazırlanmıştır.

Ömerler Mimarlığı kısaca sizden dinlemek isteriz. 

Ömerler Mimarlığı iki sene önce rahmetli olan ortağım ve dostum Ömer Faruk Kurdak ile birlikte 1976 yılında kurduk. İkimizde Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi mezunuyuz, dostluğumuz da orada başladı. Ömer 1968 ben ise 1970 yılında akademiye girdim. Okulu bitirip biraz hocalarımızın yanında tecrübe edindikten sonra ofisimizi açmaya karar verdik. O günden bu güne yaklaşık 43 senedir faaliyetteyiz. Ofisi kurduğumuz ilk yıllarda çok genç ve tecrübesizdik ayrıca Türkiye’nin içinde bulunduğu durum dolayısıyla da ilk 10 yıl çok zor geçti. Aslında halen de zor geçtiğini söyleyebilirim, mimarların hayatı genelde zordur ya da bizimki öyle oldu. Sonra ki yıllarda her işin idealini, elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışarak ayrıca dünyadaki gelişmeleri de yakından takip ederek ve değişimlere açık olarak çalışmalarımızı sürdürdük. İlk senelerde yarışmalara girdik bazılarından ödüller aldık. Ve zaman içinde tecrübemiz arttı çevremiz genişledi. Mimarlık mesleğinde her zaman siz ne isterseniz onu yapamıyorsunuz, çoğu zaman iş seçme rahatlığınız olmuyor ve önünüze ne gelirse onu yapmak zorunda kaldığınız durumlar oluyor, sonuçta ticari olarak da ayakta kalmak zorundasınız.

Bizim ne yazık ki başkasının parasıyla bir başkasının hayatını yönlendiren bir mesleğimiz var. Bir ressam gibi olmak isterdim doğrusu. Sadece kendi istediğim resmi yapabilmek, ama burada da satar mı konusu var. O kadar kolay değil tabi ki... Sanatın en komplike dallarından ve dünyanın en eski mesleklerinden birisi mimarlık.

Mesleğinizi icra ederken temel değerleriniz nelerdir? Kırmızı çizgileriniz var mı? Varsa onlar neler?

Son zamanlarda mimarlığın malzemelerin gösterişi haline geldiğini gözlemliyorum. Biz her zaman siyah, tek çizgi ile çizilmiş olan proporsiyonu ararız. Çünkü o bize çok önemli veriler sağlar. Bizim için kırmızı çizgiler hep o proporsiyondadır. Bir ressam, heykeltıraş ya da grafik sanatçısı gibi değiliz belki ama sonuçta tarihte mimarın çalıştıkları kişiler ressamlar, heykeltıraşlar ve süsleme sanatçılarıymış. Şimdi mühendisler ile çalışıyoruz. O zaman ısıtma soğutma gibi her türlü sistemi mimar kendi çözermiş çünkü başka çaresi yokmuş.

Hayata geçirdiğiniz projeler hakkında bilgi alabilir miyiz? 

Bugüne kadar çok sayıda proje hayata geçirdik. Tabii hepsi bizim için ayrı öneme sahip. Bu projeler arasından öne çıkanlar oldu elbette. Karma kullanımlı projeler, alışveriş merkezleri, otel projeleri, konut projeleri yaptık. 

İstinye Park Alışveriş Merkezi projesi bizim için heyecan verici ve çok önemsediğimiz bir proje oldu. Tasarım açısından çok içimize sinen bir proje oldu. Açıldıktan sonra da başarılı işlediğini gördüğümüzde ayrıca mutlu olduk. Yine benzer bir öneme sahip Ülker Sports Arena projesi bizim için farklı ve büyük bir tecrübeydi. Bu tip çok amaçlı spor kompleksleri mimarlık ofislerine çok fazla gelen bir iş değildir dolayısıyla bizim için ayrı bir gurur kaynağı oldu.

Sürdürülebilir mimari hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz?

Mimari çözümlerimizde sürdürülebilirlik ile ilgili konularda tabi ki elimizden geleni yapıyoruz. Temelde mimarinin biçimlenmesinde de şüphesiz çok önemli. Zaten yapılması gereken uygulamalar. Mekanik ve elektrik mühendisleri ile çalışırken onların bu konuya yaklaşımı daha farklı oluyor. Onlar tabi ki, enerji tasarrufu ile ilgili çalışmalarını yapıyorlar ancak karbon salımını en aza indirgemek için çözümler aslında belirgin, güneş enerjisi, rüzgâr ve yeraltı suyunun enerji temininde kullanılması gerekiyor. Bilim başka yenilebilir kaynaklar keşfedene kadar elde olanlar bunlar. Ben bir mimar olarak ısıtma – soğutmayı tamamen güneşten elde edelim dediğim zaman böyle bir yöntem ne yazık ki yok diyorlar. Ama sembolikte olsa bazı uygulamalar yapmaya çalışıyoruz.

Somut bir proje üzerinde anlatacak olursam; İzmir İstinyepark Alışveriş Merkezi projesinde bir otel binası var ve otelin manzara yönü doğu, kuzey doğu ve batı, güney yönü ise sağır yani odaların bakmadığı bir yön. Biz de o sağır cepheyi acaba fotovoltaik paneller ile kaplayarak bir cephe yapsak ve tüketilen enerjinin en azından bir kısmını oradan karşılayabilir miyiz diye düşündük. Bu uygulamanın da örnek teşkil etmesini istedik. Çünkü bu konuda uygulanan örneklerin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu uygulama talebimizle ilgili yangın yönetmeliğinde, cephe malzemelerinde yanıcı malzemeler kullanılamaz konusuna takıldık ve çözmeye çalışıyoruz. Fotovoltaik panelin kendisi yanıcı olabilir ama o sonuçta çift cam arasına lamine ediliyor dolayısıyla aslında bir sorun olmaması gerekir. Ancak tabi ki laboratuvar testleri istiyorlar, şu anda o aşamada ve o testlerden olumlu sonuç alacaklarını düşünüyorum.

Son dönemde cephe malzemeleri kaynaklı çok fazla yangın çıktığı için yangın yönetmeliğinde değişiklik yapıldı ve cephede yanıcı malzeme kullanılmaz diye tanımlanıyor. Biz de her konuda olduğu gibi bu konuda da fazla katı kurallar olduğunu düşünüyorum. 

Diğer önemli bir konu da yeraltı suyunun yani akiferin ısıtma ve soğutmada kullanılması. Bu uygulamanın ise hayata geçirilmesi oldukça zor. Çünkü sondaj yapıyorsunuz, araştırıyorsunuz ancak bulamayabilirsiniz de bu tabi müthiş bir zaman ve kaynak kaybı, hiç kimse böyle bir riske girmek istemiyor. Avrupa Birliği üyeliğimiz kapsamında bir takım teşvikler var ama zaman bazen her şeyden daha pahalı olabiliyor. Destekler olmasa da bunu yapabilecek güçte yatırımcılarımız var ama uygulamaya geçemiyor ne yazık ki. Bu konunun da çok ciddi olduğunu düşünüyorum. Çünkü büyük soğutma kuleleri kuruluyor ve değiştirdiğiniz 5-6 derecelik bir sıcaklık farkı ve aslında bunu akiferden elde ediyorsunuz. Akifer kullanımında önemli bir detay var eğer yazın soğutmayı kışında ısıtmaya eşdeğer şekilde yapmazsanız yer altındaki suyun niteliğini bozmuş oluyorsunuz ve su ısınıyor, iş görmez hale geliyor.

Sadece bunlar mı bir sürü konu var... Örneğin bir başka alışveriş merkezi projemizde skylight uygulaması yapmak istedik ancak mühendis arkadaşlar bunun müthiş bir enerji kaybına neden olduğunu ve yapıyı çok fazla soğutmak zorunda kaldıklarını, kapasitenin 1 iken 5’e çıktığını söyleyerek itiraz ettiler. Peki dedim bir başka yönden bakalım ve o aydınlık seviyesini sağlayacak yapay aydınlatma yapmamız durumunda harcanan enerjiyi hesaplayalım. Kaldı ki gün ışığının rahatlatıcı ve psikoloji üzerindeki olumlu etkisinden vazgeçmemiz gerekecek bence gün ışığı vazgeçilmemesi gereken önemli bir değer. Diyelim ki vazgeçtik. Hiçbir tepe penceresi kullanmazsak gün ışığını karşılayacak oranda suni aydınlatma uyguladığımızda soğutma için gereken enerji daha fazla çıktı. Dolayısıyla sadece kendi pencerelerinden baktıkları, bütünsel olarak değerlendirme yapmadıkları için böyle bir durum yaşadık. Bazen mimarların sağduyusu sayesinde bu tür sorunlarda ilerleme sağlanabiliyor diyelim.

Şu an üzerinde çalıştığınız güncel bir projeniz var mı?

Evet var. İstinye Park Alışveriş Merkezi projesinin İzmir versiyonu yapılıyor.Uygulanmaya başlandı hatta bitmek üzere. Biz de kontrolörlüğünü yürütüyoruz. İzmir’e gidip geliyoruz. O tabii uzun soluklu bir proje. Alışveriş merkezi projeleri ne yazık ki bir türlü bitmiyor. Proje bitiyor kiralama süreci başladığında sürekli bir revizyon ihtiyacı oluşuyor. Canlı, yaşayan projeler ve bitmemesi bazen insanı yorabiliyor. 

Malzeme sizin için ne ifade ediyor. Seçim süreçleriniz nasıl ilerliyor, kriterleriniz neler oluyor?

Bizim mimarlığa başladığımız yıllarda; doğal ahşap, tuğla, kaplama, taş, mermer gibi temel malzemelerin dışında fazla seçeneğimiz yoktu. Bugün ise daha ziyade cephe kaplamaları ile ilgili çok farklı teknolojik çözümler bulabiliyoruz. Cephe malzemeleri teknolojileri çok gelişti, binanın ısı ve sese karşı korunması ile de bütünleşti. Tabi ki biz de teknolojinin getirdiği olanakları kullanıyoruz. Bunları kullanmam demek çağ dışı bir yaklaşım olur zaten. Mümkün olduğunca doğal malzeme kullanmaktan yanayız ama kompozit alüminyum cephe malzemesi kullanmayacak mıyız? Tabi ki kullanacağız. Çok katı bir bakış açımız yok ama bizim için malzeme gösterişi ile bir bina yapmak birincil hedef değil. Projeye en uygun malzemeyi seçiyoruz. Bizler Sedat Hakkı Eldem’in öğrencisi olma şansını yakaladık. Kendisi eserlerinde dönemine göre çok ileri malzemeler kullanmış, olmayanı da yaptırmış bir mimar. Örneğin prekast yapı elemanları yaptırmış o dönem için çok zor konulardı bunlar. 

Teknoloji hızla gelişiyor ve bu gelişim değişimleri de beraberinde getiriyor. Teknoloji ve değişimin mimari ve mimarlığa yansımalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Teknolojinin gelişimi en basit örneği ile dizaynı bile çok etkiledi. Geçmişte açıkçası ortogonal binalar dışında farklı çözümler tasarlamazdık, yapmayı hayal bile etmezdik. Bunu çizime geçirecek zaman yoktu.Bilgisayar programları bu konuda müthiş bir kolaylık sağladı. Günümüzde mimari ve mühendislik programların çok gelişmiş olması dizaynda mimarın ufkunu açıyor, ben bunu yapabilirim diyorsunuz, aslında geçmişte üretilemeyeceğini düşündüğümüz tasarımları çok rahatlıkla uyguluyoruz. Önyargılar kırılmış oluyor ve bu durum mimara son derece esneklik sağlıyor. Bir diğer taraftan esneklik sağladığı kadar da ucu açıklık sağlıyor. Şöyle bir yanlış algıda oluşuyor; bilgisayar ortamında kolaylıkla üretilen bir tasarımın uygulama tarafının da kolay olacağı sanılıyor. Öyle bir mucize de yok tabii, keşke olsa. Dizayn üzerinde mutlaka en ince detayına kadar düşünüp hesap yapmak gerekiyor.

Teknolojinin gelişmesinin üretilen malzemeler açısından da şüphesiz artısı oldu. Teknolojiyle şekillenen ve ihtiyaçlara cevap veren birçok malzeme piyasaya sürüldü. Bunun bir avantaj olduğunu düşünüyorum. Daha da önemlisi bence tasarımda ufuk açması oldu ve mimari açıdan çok şeyi değiştirdi. Örneğin 50 sene önce bir Zaha Hadid olabilir miydi? Olsaydı projelerini hayata geçirecek malzemeyi ve mühendislik hesaplarını yapacak uzman bulamazdı. 

Bizden örnek vermek gerekirse, Akasya Acıbadem AVM de uyguladığımız skylight sistemini bir Amerikan firması ile beraber hazırladık, geçmişte diyelim ki böyle bir şey hayal etseydik, bunun tasarımını ve mühendislik hesabını yaptırmak neredeyse imkânsızdı. Aynı sistemi İstinye Park İzmir projesinde de uyguluyoruz.

Sınırsız bütçeniz var ve son derece özgürsünüz, hayata geçirmek istediğiniz bir proje hayaliniz var mı?

Güzel bir soru ancak bu özgürlükte hiç düşünemediğimiz için hemen cevap veremiyorum. Böyle bir imkânımız olması da hayal bence. Ama olsaydı eğer güzel bir tekne dizayn eder, onunla gezerdim. Aslında öyle bir tasarımım var.

Projelerinizde Fibrobeton’u tercih ettiğinizi biliyoruz. Fibrobeton hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz? 

Evet doğru birçok projemizde Fibrobeton kullandık. Aslında onlar bu işi yapmaya başladıkları tarihten beri hep ilgimi çeken bir ürün olmuştur fiber beton. Çünkü geçmişte bu kadar çok cephe kaplama malzemesi yoktu açıkçası, tuğla örülerek üzerine sıva yapılıyordu ama bu yöntem çok ilkel tabi ki, belki 2-3 katlı bir yapıda olur ama 7-8 katlı binalarda da böyleydi durum. Başka seçenek yoktu çünkü... Fibrobeton buna uygun bir materyal geliştirdi. Çimento esaslı cam elyaf ile çok güzel ve akıllıca bir ürün geliştirdiler. Çok iyi Ar-Ge yaptılar ve duvar haline getirdiler. Fibrobetonu çok önceden beri kullanıyoruz İstinye Park İstanbul’da da kullandık. İstinye Park projesinin “concept design” aşamasında DDG firması ile çalışırken cephelerin GRC panel kaplama fikrini oluşturmuştuk. Zaten daha önce yaptığımız projelerde de cam elyaf takviyeli beton paneller kullanmıştık. Türkiye’de bu imalatın önde gelen firması Fibrobeton idi. Projelerin temel çizimlerini oluşturduktan sonra Fibrobeton ile detaylı imalat resimleri çalışması yaptık ve bu çalışmalarda diğer cephe elemanlarını (cam giydirme, taş kaplama gibi) koordine ettik. Zor ve yorucu bir çalışma sonucu proje bitirildi.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)