Sürdürülebilir Mimarlıkta Toplum Katılımının Önemi
Nüshet Çamuşoğlu / nushet@ekoyapidergisi.org
Vatandaşların, gezginlerin, kullanıcıların, izleyicilerin ve daha pek çok kişinin sesleri, projeleri birer kültür ve dayanıklılık merkezine dönüştürür. Toplumlar sürece aktif olarak katıldığında, mimarlık yalnızca bir yapı olmanın ötesine geçer; paylaşılan bir deneyime ve bağ kurma aracına dönüşür. Bu nedenle sürdürülebilirlik kavramı yalnızca çevresel değil; sosyal ve ekonomik sürdürülebilirliği de içermelidir.
Toplum katılımının gücünü anlamak
Toplum çabalarıyla sürdürülebilir bir dünya inşa etmek mümkündür. Proje tasarımı aşamasında toplulukların sürece katılması, sürdürülebilir projeler için sorumluluk duygusunu besler. Mimarlar ve kentsel tasarımcılar yalnızca yapılar değil, toplumlar da inşa etme sorumluluğuna sahiptir. Bu bağlamda, toplulukların sahiplenebileceği ve birlikte geliştirebileceği alanlar tasarlanmalıdır.

Şehir bilinci ve ortak sorumluluk kültürü
Japonya’da çocuklara "benim evim" ya da "benim arabam" gibi bireysel sahiplik kavramları yerine "bu benim şehrim" düşüncesi öğretilir. Bu anlayış, vatandaşların çevrelerine duyarlı olmasında önemli rol oynar. Topluluklar yalnızca kullanıcı değil; aynı zamanda şehir kültürünün ortak yaratıcıları hâline gelir.

Katılımcı tasarımın gücü
Toplumların projelerin tasarım sürecine dahil edilmesi, kamusal alanların gerçek sahiplerinin kullanıcılar olmasını sağlar. Kopenhag’daki Superkilen projesi, katılımcı tasarımın güçlü bir örneğidir. Farklı kültürlerden insanların seçtiği 90 nesne, park alanında sergilenerek bu alanı çok kültürlü bir buluşma noktası hâline getirmiştir. Göçmen topluluklar aidiyet duygusu kazanırken şehir de kapsayıcı bir kimlik geliştirmiştir.
Yeniden işlevlendirme ve toplumsal hafıza
Toplum tarafından işletilen mekânlar, sürdürülebilirlik açısından güçlü bir potansiyele sahiptir. Mumbai’de Malik Architecture tarafından dönüştürülen Ice Factory, tarihi bir endüstriyel yapının topluluk merkezine dönüşümünü yansıtır. Sosyal buluşma alanları, sergiler ve etkinliklerle yapı, hem kültürel hem ekonomik sürdürülebilirlik sağlar. Mekân, hem tarihî belleği yaşatır hem de kendi bakımını finanse eden canlı bir yapıya dönüşür.

Teknolojiyle güçlenen toplum katılımı
Teknoloji, katılımı daha kapsayıcı ve erişilebilir hâle getirir. Sanal gerçeklik, artırılmış gerçeklik ve etkileşimli platformlar sayesinde halk, projeleri daha iyi anlayabilir ve geri bildirim verebilir. Yapay zekâ destekli araçlar sayesinde toplumlar fikirlerini somutlaştırabilir, sosyal medya ise tabandan gelen hareketleri görünür kılar. Böylece sürdürülebilir projelerin tüm aşamalarında katılımcılık mümkün olur.
İş birliğinin zorlukları ve çözüm yolları
Topluluklarla iş birliği zorluklar da barındırabilir. Fikir ayrılıkları, kaynak sınırlamaları ve iletişim eksiklikleri süreci yavaşlatabilir. Ancak atölyeler, anketler, toplantılar gibi açık iletişim araçları, bu sürecin verimli ve kapsayıcı olmasını sağlar. Farklı beklentiler arasında denge kurabilmek için şeffaf süreç yönetimi ve sabır hayati önemdedir.
Halk tarafından ve halk için tasarlanmış bir gelecek
Toplum odaklı projeler, sürdürülebilirliğin yükünü bireysel değil, kolektif bir misyona dönüştürür. Toplumların hikâyeleriyle beslenen projeler, daha anlamlı ve uzun ömürlü yapılar doğurur. Mimarlar bu yaklaşımla birer hikâye anlatıcısı olur; tasarımlarını sosyal dokuyla örer. Bu da mekânların yalnızca fiziksel değil, kültürel ve duygusal düzeyde de yankı bulmasını sağlar.
Sürdürülebilir gelecek için ortak sorumluluk
Vatandaşların da bu sürece dâhil olması gerekir. Çevresel ve sosyal gelişmeleri takip etmek, yerel yönetimlerle iletişime geçmek, mahalle tartışmalarına katılmak ve ortak talepleri dile getirmek, toplumun aktif bir paydaş olmasını sağlar. Bu yaklaşım, mimarları rollerini yeniden düşünmeye ve toplumla birlikte gelişen dayanışmacı yapılar tasarlamaya yönlendirir.
Toplum katılımını önceleyen sürdürülebilir mimarlık, yalnızca çevresel çözümler üretmekle kalmaz; aynı zamanda sosyal bağları güçlendirir, kolektif hafızayı onarır ve kentleri daha yaşanabilir hâle getirir. Geleceğin şehirleri, halk tarafından şekillendirilen ve halk için var olan mekânlarla anlam kazanacaktır