Yaşayan Çatılar Kent Vahaları

Özlem Bahadır, Y. Mimar

Aynı yüzölçüm içinde nüfus arttıkça hepimizin hareket alanı azalıyor. Boşluklara ihtiyacımız var artık. Yeşille ve kendimizle baş başa olmaya.Sırtımızı bir ağaca yaslayıp kitap okumaya, ayağımızı toprağa basmaya, belki sadece çimlere uzanıp kimse rahatsız etmeden öylece sereserpe yatmaya. Kent yaşamında bu pek çoğumuz için büyük bir lüks artık. Ama çatılar, kentlinin yeni vahası olmaya aday gözüküyor. Kent nüfusunun kırsal nüfusu geçtiği günümüzde, doğal ortamlar azaldıkça kentte değerlendirilebilir boşluklar bugün belki de hiç olmadığı kadar önemli. Muhtemelen bizden sonraki nesillere bırakılabilecek en önemli miras, serbest alan, doğal ortam ve sağlıklı toprak olacak. Bu sebeple, yerleşme alanlarımızdaki boşlukların korunması ve yeni olanakların yaratılması çağdaş mimarinin en önemli görevlerinden biri.

Bunun için en sık karşılaştığımız uygulamaların başında inşaat alanı olarak kaybedilen toprağın çatıda değerlendirilmesine imkan tanıyan bir çözüm olarak yeşil çatılar geliyor. Bu çatıların kişiye bir vahşi doğa vaat etmediği açık ama ayağını toprağa basabilmek ve küçük de olsa bir ekosistemi deneyimlemek bir kentli için hiç de azımsanmayacak bir imkan. Yeşil çatıların ilk örnekleri çok eski tarihlere uzanıyor. Yapıların toprakla ve yeşille kaplanması ya da çatılarının yeşertilmesi yeni bir konu değil. Isı izolasyonu, yangın korunumu, kamuflaj ihtiyacı, estetik, tinsel ihtiyaçlar vb. nedenlerle çok eski tarihlerden bu yana kullanılmakta olan yeşil çatıların ilk örneklerinin milattan önce 6.yy’lara, Mezopotamya kültürüne kadar dayandığı biliniyor.

Günümüzde sıkça gördüğümüz çatı bahçelerinin aslında ilk örnekleri dünyanın 7 harikasından biri olan Babil’in Asma Bahçeleri. İçinde sedir, servi, hurma gibi boylu ağaçların yetişebileceği kök derinliğine göre ayarlanmış bu devasa yapılarda üst katların sulanması için Fırat nehrinden su pompalama sistemi bile kurulmuş.

Çatı bahçesi tasarımı için kilometre taşı olarak kabul edilen proje ise Carl Rabitz adlı yapımcının Berlin’deki evinin çatısı için düşündüğü bahçe. Rabitz, 1867 Paris Dünya Sergisi’nde, düşündüğü bahçenin alçıdan maketini sergileyerek büyük ilgi uyandırmış. Geleneksel toprak izolasyonlu veya çim çatılı, özellikle İskandinav ülkelerinde karşımıza çıkan köy evleri haricinde, modern yapılarda ilk yeşil çatı uygulamasının Carl Rabitz tarafından Berlin’deki malikanesinde gerçekleştirildiği kabul ediliyor. 20.yy başında başta Fransız şehirci-mimar Le Corbusier olmak üzere bazı mimarların düz beton çatı döşemelerinin yeşillendirilerek kullanılabileceğini keşfetmeleriyle çağdaş mimaride kullanımı yaygınlaşmaya başlıyor. Yatay çatı uygulamasını en güçlü şekilde savunan mimarlardan Le Corbusier, “Yeni Mimarinin 5 ilkesi” (1927) adlı çalışmasında çatı bahçelerinin kentlerin yeniden kazanacağı önemli gelişme alanlarından biri olacağını öne sürüyordu.

Gene de yapıların üzerinde bahçe ve yeşil alan düzenlemesi, teknik yetersizlikler ve deneyim eksikliği sebebiyle büyük bir sorun olarak görüldüğünden 1960’a kadar çatı bahçesi uygulamalarının fazla olduğu söylenemez. Bu tarihten sonra başta izolasyon olmak üzere teknik sorunların aşılmasıyla birlikte yeşil çatı uygulamaları yaygınlaşmaya başlıyor. Türkiye’de de bilinçli olarak oluşturulmuş yeşil çatı uygulamaları giderek artıyor . FOA tarafından tasarlanan Meydan alışveriş merkezi, hem alışveriş merkezlerinin alışılagelmiş kapalı kutu formunun dışında tasarım anlayışı, hem de teras çatılar aracılığıyla yapı kullanıcılarına ve kente sağladığı ekolojik ve estetik katkı ve kamusal kullanımdaki yeni imkanlarla dikkate değer bir örnek.

Yeşil çatıya sahip bir diğer proje de Kanyon alışveriş merkezi. Yoğun kent alanında pek de kimsenin dikkatini çekmeyen bu teras oya ağacından lavantaya çok çeşitli bitkilere ev sahipliği yapıyor. 16.000m2 bir alana yayılmış bu yemyeşil bahçe, istenince ne imkanlar oluşabileceğini gösteren bir somut örnek olarak ümit veriyor. Ev sahiplerince pek fazla kullanılmadığını öğrendiğimiz bu alan 4.Levent gibi ofis çalışanlarının yoğun olduğu ve civarda soluklanacak pek fazla yeşil ortamın bulunmadığı bir bölgede kamuya açılsa nasıl olur diye insan düşünmeden edemiyor.

Kent İçin Yeni İmkanlar
Kentte rekreasyon alanlarının azalması, kent stresi, trafik sorunu, gürültü, doğada yalnız kalma imkanlarının azalması, tek tipleşen sosyal mekanlar vb. sorunlar karmaşık bir hale dönüşürken, atıl durumdaki çatı mekanlarının değerlendirilmeye başlanması duruma yeni bir boyut kazandırıyor.

Özellikle iş yoğunluklu bölgelerde çatı, bina çalışanlarının nefes alabileceği, doğal ortamlarla temas halinde olabileceği bir kentsel vaha olarak giderek daha fazla önem kazanıyor. Gelişen teknik imkanlarla birlikte çatılarda 10m’ye kadar ağaç yetiştirmek mümkün. Size yerin metrelerce üstünde olduğunuzu unutturacak bir küçük orman yetiştirmek artık hiç de zor değil. Ancak ağaç tipi bitkilerin kullanılabilmesi için yapının tasarım aşamasında taşıyıcı sistem vb.konuları göz önünde bulundurarak buna uygun planlanması çok önemli. Uzmanlar, bu tip uygulamalarda seçilen bitkilerin de çok önemli olduğunu, bambu ve ayrık otu gibi bazı bitkilerin çatılarda yetiştirilmesi halinde yalıtım tabakalarına büyük zarar vereceğini ve delemeyecekleri tek malzemenin çelik sac olduğuna dikkat çekiyor. Ayrıca, yüksek bir yapının terası söz konusuysa, rüzgar yükünün göz önüne alınması gerektiğinin de altı çiziliyor. Yeşil çatıların sağladığı bir diğer avantaj, bu çatıların küçük ölçekli de olsa tarıma elverişli alanlar olarak da değerlendirilebilmesi. Kent ortamında yetiştirilen sebze-meyvelerin sağlığa uygunluğuna yönelik kimi kaygılara rağmen bina kullanıcılarının kendine yeterliliğine katkı sağladığı da bir gerçek.

Özellikle yurt dışında büyük lokantaların kendi sebze ve baharatlarını çatıda yetiştirdiği örnekler sıklıkla karşımıza çıkıyor. Büyük oteller çatılarını neredeyse bir küçük tarlaya dönüştürerek lokantaları için sebze ve baharatlarını kendileri yetiştiriyor. Aslında konu, ülkemiz için hiç de yabancı değil. Balkonunda, pencere camında, bulduğu her küçük boşlukta nanesini, domatesini yetiştiren ev hanımının boş yoğurt kaplarında yetiştirdikleri, çatı tarlalarının kuşkusuz ilk örnekleri.

Foto : Tülay Hanım’ın balkonbahçesinden Yaşayan çatılar, tıpkı bahçeler gibi ilgi ve bakım istiyor. Zamanla yarışan kentli için bu, yeni bir sorumluluk demek. Ama verirken aldığımız bir süreç bu. bunu göze alanların pişman olmayacakları yepyeni bir deneyim.

Bu bahçelerin en güzel örneklerinden biri de İngiltere’de RISC - Reading International Solidarity Centre (Uluslararası Okuma Birliği Merkez Binası) binasındaki çatı bahçesi. 2001 senesinden bu yana binanın Konferans Salonu çatısında gelişen bahçede 140’dan fazla türde bitki yaşıyor. Bitkilerin daha serbest geliştiği bu bahçe, gerçek bir kent vahası. İki bina arasındaki daracık alanda karşısına çıkan bu güçlü canlılık, insanı etkiliyor. Ayrıca, kurulan sistem de etkileyici. Çatıdan toplanan yağmur suyu, güneş ve rüzgar enerjisiyle çalışan pompalarla sulamadakullanılıyor, bahçede yer alan bitkiler, ofislerdeki kağıt ve organik atıklardan elde edilen kompostla besleniyor.

Çatı bahçeleri aracılığıyla kent ısı adalarının etkilerinin azaltılması da mümkün. Yeşil Çatılar, ilave donanım olmaksızın binanın enerji performansına, hava kalitesine ve kent ekolojisine büyük katkı sağlıyor. Hepsinden önemlisi bu küçük bahçeler kişiye unuttuğu doğal döngüleri deneyimleme imkanı sunuyor. Kullanıcılarına sağladıkları bu yeni imkanla, yaşamı zenginleştiren bahçeler, kentin bütünü ve giderek tek tipleşen toplumsal yaşam için de büyük önem taşıyor. Bunun yanında, ekolojik girişimlerin pek çoğunda olduğu gibi, yeşil çatı’nın da ‘çevreci’ imaj için yerli yersiz kullanılması ve konunun standartlaşmış bir endüstrileşme sürecine taşınması ihtimali rahatsızlık yaratıyor. Ama bu durum, yeşil çatıların, toprakla, doğayla kaybettiğimiz iletişimi yeniden kurmak için bir fırsat sunuyor olduğu gerçeğini değiştirmiyor.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)