Her Formun Bir Dili Vardır

Kalebodur sponsorluğunda hazırlanmıştır.

DİLEKCİ ARCHITECTS

DURMUS DİLEKCİ 

Dilekci Architects için formların, kavramları destekleyici en önemli enstrümanlardan birisi olduğunu düşünüyoruz. Her formun bir dili vardır. Tek bir nesne küp, silindir veya küre şeklini alabilir. Ancak biz biçimin arkasında insan belleği ile kurduğu sözsüz dilin yarattığı anlamlarla ilgiliyiz.

Durmuş Dilekci olarak ve DİLEKCİ ARCHITECTS kurucusu olarak sizi tanımak, mimari olarak vizyonunuzu  ve değerlerinizi öğrenmek isteriz.

Mimarlık eğitimim sonrası, 1994 yılında Gökhan Avcıoğlu ile birlikte çalışmaya başladım. 1999 yılı itibariyle birlikte GAD mimarlık oluşumunu kurduk. 2003 yılında yollarımızı ayırarak Emir Uras ile birlikte Uras x Dilekci mimarlığı kurdum. 2014 yılı itibariyle aynı şirket, isim değişikliğiyle DİLEKCİ ARCHITECTS olarak mimarlık hayatına devam etmektedir. Mimarlık kariyerimde geçen 24 yıl boyunca farklı ölçek ve konuda birçok proje ortaya çıkarttım. Kazanılmış tecrübeleri geliştirerek, yeni keşiflere, meraklara adım atmaya çalışıyoruz diyebiliriz. Bugüne ait fikirlerden beslenen, odağında her zaman nitelikli proje üretmek olan, samimi, iyi niyetli, emek harcanmış bir ofisiz. Az ve nitelikli üretmeyi değerli buluyorum, sindirilmiş ve hazmedilmiş... 

Mimarlık, şimdiye kadar olmadığı kadar dinamik bir düzlemde ilerliyor.  Mimari, malzemelerle vücut bulur ancak gerçekte insanla, toplumla, kentle kurduğu dil, daha çok hafızayla ilgilidir, geleceğe ve geçmişe dair fikrin bir parçasını içeren…Ben kurulan bu iletişimi önemsiyorum. DİLEKCİ ARCHITECTS’in odağında da bu var… 

Mimarlığı profesyonel iş hayatının yanı sıra akademisyenlik tarafında da tecrübe etmiş birisi olarak, bu farklı ekollerin mimarinizde ne gibi etkilerini yaşadınız?

Ben akademinin araştırmacı dünyası ile mimarlığın aktif hayatının ortalarında bir yerde hareket ediyorum. Bu süreç, benim için karşılıklı bir beslenme süreci. Bana göre 2000’li yıllara kadar mimaride ekollerden veya kavramlardan bahsetmek daha mümkündü. Bugün için ekol üzerinden kendimizi tariflemem zor gözüküyor. 

Teknolojide, bilimde, psikoloji gibi alanlarda günün potansiyellerini kullanmaya çalışıyoruz diyebilirim. Bunların yanında DİLEKCİ Architects olarak bir tasarım çalışmasına olanak sağlayacak veya sınırlayacak olan tasarım kaynaklarını inceleriz. Buradaki konu, en temel kavramları, en kendine özgü hali ve alışılageldik vasıtaları, çalışma prensipleri ile bir bütün haline gelmiş olan mimarlık öğretilerini eleştirel bir şekilde yansıtmaktır. Amaç 20. Yüzyılda görülen mimari çeşitliliğin farklı uzantılarını bilinçli bir şekilde göstermek, özellikle de son 20 yılda elde edilen kavramsal, biçimsel ve ölçülü çeşitliliklerin önemli derecede ilerlemesini sağlam temellere oturtmaktır. Biz mimariye bakışımızda bunu kavramsal, biçimsel ve araç-yöntem boyutlarında ele alıyoruz. Aynı zamanda biçim-form kurgusunun DİLEKCİ Architects için, kavramları destekleyici en önemli enstrümanlardan birisi olduğunu düşünüyoruz. Her formun bir dili vardır. Tek bir nesne küp, silindir veya küre şeklini alabilir. Ancak biz biçimin arkasında insan belleği ile kurduğu sözsüz dilin yarattığı anlamlarla ilgiliyiz. İnsan hayatı boyunca çevresinde gördüğü formlar-biçimler üzerinden hayatı anlamlandırır ve ona ifade edilmesi güç bir dil yükler. Bunlar kolektif bellekte yer etmiş hislerdir. Biz herkes için farklı şeyler anlatabilecek potansiyele sahip bu dil ile doğrudan ilgiliyiz. 

Folkart Blu

Fotoğraf: Özgür Arı

Türkiye’ deki mimarlık eğitimini nasıl buluyorsunuz? Evrensel olarak bunu değerlendirmenizi istersek; mimariyi hem eğitim anlamında hem de bir iş disiplini olarak geldiğimiz nokta ile olmamız gereken yer arasında hangi konumda buluyorsunuz? 

Mimari eğitimde; soru sormayı bilmek, doğru cevaba ulaşabilmek için önemli bir başlangıçtır. Günümüzde birçok konuyla ilgili sorularımız var… Mimaride ilk önce durumu net olarak ortaya koymalısın... Mimarlık öğretisi, verilen bir problemi ve o problemle ilgili potansiyel olasılıkları değerlendirir ve mimar bu sorulara cevaplar arar. 

Bununla birlikte, üniversitede eleştirel ve entellektüel bir arka plan vermeye çalışıyorum. Mimariyi konuşabilmek için önce hayatı konuşmak gerekiyor. Dünyanın nereye gittiğini, sosyal olguları, küresel modelleri, tepkileri... Okuldaki; felsefe, bilim, mühendislik, üretim ve tarih gibi ders veren farklı disiplinlerden faydalanmalarını değerli buluyorum. Tüm bunlardan sonra öğrencilerin, kendi eleştirel ve entellektüel kapasitelerini oluşturacak yolu bulabileceklerini düşünüyorum.

Bu eğitim süreci; benim için bir bakıma, günlük hayatında, üzerinde durup düşünemediğin, üstüne konuşmak için vakit bulamadığın, her zaman bir 3. seçeneğin varlığını hatırlatan fırsatlar dönemi… besleyen, geliştiren ve hep genç tutan…

Mimarlığın tasarım süreci içinde bilgisayar yazılımlarının kullanımlarının getirdiği en önemli açılım disiplinler arası çalışma zorunluluğudur. Bunu iki karede ele alabiliriz. Birinci örnek olarak, özellikle taşıyıcı sistem ve mimari estetiğin tutarlı birlikteliği ile oluşturulmuş projelerde yapıyı oluşturan yapı elemanları artık parçalanamaz. Taşıyıcı eleman, cephe, döşeme, duvar gibi konvansiyonel yapı elemanları bütünleşmiş olarak ortaya çıkar. İkincisinde ise modernite tanımı içinde rasyonel olarak ele alınabilecek yapıların, artık F2F (File to Factory) yaklaşımı ile projelendirilmesi olarak görülür. Her iki yaklaşıma baklıdığında İnfrastrüktür sistem doğrudan tasarımın bir parçası haline gelmektedir. Bu da önümüzdeki dönemde ünivesitelerin, mimarlık ve mühendislik eğitimlerini gözden geçirmeleri anlamına gelmektedir.

3.Bahar Yaşam Projesi

Mimarlığın sürdürülebilir ve ekoloji boyutuyla ilgili görüşlerinizi ve çalışmalarınızdaki pratiğini öğrenebilir miyiz? Yeşil sertifika sistemlerini bu anlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sürdürülebilirlik üzerine düşünmek -içeriği hayli kabarık da olsa- bizim için çok çekici ve cazip bir konu hatta biraz da tahrik edici. tasarım sürecine doğrudan veya dolaylı katılan tüm tasarımcılar için de durum böyledir. Tüm projelerimizi yeşil yapı prensiplerine uygun olarak tasarlamaya çalışıyoruz. Ama bunun yanında son dönemde konuları sebebiyle diğer projelerimden farklılaşan Anaokulu ve Yaşlılar için yaşam köyü projemden bahsedebilirim. 

Bahriye Üçok Anaokulu projesi LEED Platin sertifikası alarak önemli bir belgelemeye sahip oldu. Dünyada en güzel 10 okul arasına girdi. WAF, German Design Award gibi önemli yarışmalarda ödüller aldı. Daha iyiye ulaşabileceğimize inandığımız bir noktada, önümüzdeki koşulları zorlamamız gerektiğini düşünüyorum. Sosyal bir amaç olarak mahalle okulu ve sürdürülebilir olma niyetiyle yola çıkmak da tek başına yeterli bir neden. Yakın çevrede yaşayan anaokulu öğrencilerinin yürüyerek gelecekleri bir semt okulu... 

Türkiye’de modern eğitim olanakları ile donatılmış mahalle anaokullarından bahsetmek çok zor... Ya mevcut ilkokulların zemin katlarına sıkışmış ya da mahalle aralarında kalmış niteliksiz yapılar içindeler. Diğer projem ise Bahriye Üçok anaokulu’ na göre insan ömrünün son dönemi için hazırlanmış bir proje. Yaşlılıkta daha çok sosyalleşmeye ihtiyaç duyarız. Maalesef geleneksel aile yapısının sonucu olarak, yaşlılarımız, çocukların yanında yalnızlaşmış ve kopuk yaşamlar sürmekte. 

Bu sosyal olgunun, üzerinde düşünülmeye değer bir konu olduğunu düşünüyorum. Bu dönemi üretken, paylaşımcı bir hale getirmek için, farklı meslek ve yaşa sahip bir demografi üzerine geliştirilmiş bir proje.Benim için bu projeyi özel yapan, bir kuruluş felsefesine sahip, üretken, paylaşımcı, sürdürülebilir, ekolojik, sosyal bir yaşam modeli önermesidir. Bu modelin 
Daru’l Aceze gibi vakıfların, insan hayatının bu döneminin üretken bir döneme dönüştürülmesine ilişkin adımlar atmasına da örnek teşkil etmesini umuyorum. Daha ötesi, önümüzdeki dönemlerde yatırım projelerinin konusu haline geleceğine de eminim.  

Bu projeyi değerli kılan diğer bir konu ise, lise mezunlarından oluşan yaklaşık 100 kişilik heterojen bir sosyal grubun, gerçek anlamda kooperatif oluşturması. Benim için değerli kılan üçüncü bir konu ise, kullanıcısı belli olmayan yatırım projeleri ile karşılaştırıldığında, ihtiyaç programına sahip, kullanıcısı belli, endişeleri olan bir müşterinin (hem de 100 kişilik bir müşterinin) projesi olması…

Bahriye Üçok Anaokulu

Böyle bir yerleşim yeri kavramı “yazlık ev” ya da “ikinci konut” gibi bilindik ve sık rastlanan oluşumlardan tamamen farklı özellikler taşımakta. Köy, esas olarak 12 ay boyunca orada yaşanacak biçimde planlanacaktır. Bu nedenle köyün, kurulacağı yöredeki çevre yerleşim birimlerinden yalıtılmış olmaması, köyün ve köy sakinlerinin yöre halkı ile etkileşim içinde olması istenmektedir. Köy halkı farklı mesleki deneyimlere sahip kişilerden oluşmakta. Çevre halkın eğitimi de, bu “köy modeli”nin çevresini olumlu yönde etkilemesi açısından çok önemli…

Bu proje hayata yeni bir bakış açısıyla, üretken paylaşımcı bir modeli önerirken çevreye verdikleri önem, enerji planlaması, suyun ve diğer kaynakların kullanımı, doğa ile etkileşimleri ile benzeri hususlarda gerek yöreye, gerekse ileride kurulacak benzeri yerleşim birimleri için bir öncü olması beklenmektedir.

Sürdürülebilirlik kavramı Seferihisar projemden de anlaşılacağı üzere sadece iklim, yer gibi kriterlerden oluşmamakta. Tüketeceğin kadar üretmek, çevrenle ilişki kurmak, hatta eğitmek ve geliştirmek… Yaşlılık dönemini üretken bir döneme dönüştürmek. Tüm bunlar sürdürülebilirlik kavramının içini dolduruyor. Sertifikalar ve etiketler yok. Bir yaşam modeli var.
Bunun dışında anaokulu projem de, taşımalı eğitime bir alternatif olarak, okulun yakın çevresindeki mahalle çocuklarını hedeflemekte ayrıca sürdürülebilirlik farkındalığı, anaokulu eğitiminin bir parçası haline de getirilecek. Bu hedefin varlığını bir kamu projesi için değerli buluyorum. İçinde pazarlama benzeri endişeler barındırmıyor. Sadece daha iyiye ulaşmak ve rol model olma çabası.

Yanında madalyaları takılı yatırım projelerine göre, sessiz ve iyi niyetli bu tip projeler gerçekten beni çok mutlu ediyor ve iyi hissettiriyor.

Buyaka AVM

Sizin için malzeme nedir? Yapı sektöründeki inovasyonları ve özellikle yeşil sertifikalı ürünler beklenen karşılığı buluyor mu?

Malzemenin bana hissettirdikleri ile ilgiliyim. Sayılamayan, ölçülemeyen, tanımlanamayan ifadeler bütünü, ironi olarak mimari ürünün gerçek ifadesini oluşturur. Örneğin yapıların geceleri daha çok kullanıldığı dikkate alındığında ve kent silüetlerini etkilediği düşünüldüğünde gece faktörü mimarinin bir parçası haline gelmektedir. Veya gece gibi illüzyon, azaltırken algıda çoğaltma, suyun ifade olarak kullanımı, yansıtırken yok etme, saydamlık, gösterirken peçeleme, ışık, gölge, doluluk boşluk, renk, malzemenin farklı ifade potansiyellerinin açığa çıkartılması, dönüştürme üzerine çok kafa yorduğumuz kavramlar. 

Global ve bölgesel ekonomik sorunlar, iklim değişikliği,  güncel kent politikaları ve her gün esneyen imar planlarını göz önüne aldığınızda yaşanabilir kentlerin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Daha iyi bir kent, daha iyi bir dünya için ne gibi yenilikçi çözümlere ihtiyaç vardır?

Hiçbir şekilde mimari yapıyı kentin dinamiklerinden, infra-strüktürlerinden bağımsız bir şekilde ele alamayız. Yoksa sadece çizelim, arkamıza yaslanalım ve seyredelim. Sürdürülebilirlik, şehirlerin doğal yapılarından ayrıştırılamaz. Politik kent planlamasına etki edecek sosyal eşitlikçi dağılım, yoğun ulaşım sistemi veya yakın erişimli çalışma alanları stratejilerinden de ayrıştırılamaz. 

Kentlerimiz çevre yolları ile daha çok yeşil alanı terk etmekte, ticari ve yerleşim alanları arasındaki donatımsal kopukluk giderek artmakta, daha da fazla yol daha da fazla tüketim olarak problemin bir parçasını oluşturmakta.  

“Sürdürülebilirlik” politik çevrenin, kent planlama sistemine yaklaşımını belirleyen anahtar kavram olarak; ekonomik, çevresel ve toplumsal gereksinmelerin, gelecek kuşakların yaşam koşullarına zarar vermeden karşılanmasını hedefleyen bir dünya görüşü olmalıdır. Kentsel sürdürülebilirlik söz konusu olduğunda, kentin kaynak kullanımının ve katı atıklarının azalması, yaşanılabilirliğinin ise artması hedefine odaklanan bir yerleşim düşüncesi egemendir.
“Yaşanılabilirlik” ise anlam olarak çoklu bir kavramdır; dünyanın bir yerinde yaşanılabilir olarak nitelenebilen bir yaşam çevresi, bir başka yerinde bu şekilde algılanmayabilir. Kentsel yaşanılabilirliğin anlamı yere, zamana, değerlendirmenin amacına ve değerlendirmeyi yapanın değer sistemlerine göre değişir. Ne var ki, yaşanılabilirlik kavramı yine de tüm durumlarda gücünü korumakta ve farklı paydaş gruplarının ortak kamusal politika hedefi olabilmektedir.

“Yaşanılabilir kent” kavramı Platon’dan beri bazı nüfus ve büyüklük ile, Yunan uygarlığı döneminde ise kent halkının tümünün yüz yüze gelebildiği etkin bir katılımla kenti yönetebilmesi ile ilişkilendirilmiştir. Yaşanılabilirliğin çağımızdaki anlamı ise genellikle sağlık, iş olanakları, gelir durumu, iyi konut alanları, okullar, alışveriş ve eğlence etkinlikleri, erişilebilirlik, kamusal mekânlar ve topluluk kavramları ile eşleşmektedir.



Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)