Barınma Hakkı Krizde
Barınma hakkı, sadece dört duvar ve bir çatıdan ibaret değil; huzurlu bir uykunun, çocuk seslerinin yankılandığı bir evin, insanın kendini güvende ve ait hissettiği bir yaşam alanının güvencesidir. Bir bireyin onurlu yaşam sürebilmesi için en temel gereksinimlerden biri olan barınma, bugün milyonlar için kırılgan bir hayale dönüşmüş durumda. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesinde açıkça tanımlanan bu hak, bireyin temel yaşam koşullarını sürdürebilmesi ve toplumsal hayata eşit şekilde katılabilmesi için vazgeçilmezdir. Ancak günümüzde hızla artan konut maliyetleri, yetersiz sosyal konut politikaları ve mekânsal adaletsizlikler, bu hakkın giderek daha fazla kişi için ulaşılamaz hale gelmesine neden oluyor.

Barınma, bir piyasa nesnesi değil; her bireyin onurlu yaşam sürme hakkının temelidir. Bu bağlamda barınma krizine yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir adalet meselesi olarak yaklaşmak gerekir. Günümüz Türkiye’sinde barınma hakkı, giderek genişleyen kesimler için erişilmesi zor bir hayal haline geliyor. Barınma, bir lüks değil; doğuştan gelen, herkes için eşit ve koşulsuz bir hak olmalı. 2025 itibarıyla Türkiye, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir barınma kriziyle karşı karşıya. Üstelik bu kriz, konut arz-talep dengesizliğinden çok daha derin sebeplere dayanıyor. Bu kriz, sadece betonun değil, vicdanın da çatladığı bir çağın aynasıdır.
2025 itibarıyla Türkiye, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir barınma kriziyle karşı karşıya. Üstelik bu kriz, konut arz-talep dengesizliğinden çok daha derin sebeplere dayanıyor. Bu kriz, sadece betonun değil, vicdanın da çatladığı bir çağın aynasıdır.
Derinleşen krizin nedenleri
Barınma krizi hem Türkiye’de hem de dünya genelinde çok katmanlı nedenlerin bir araya gelmesiyle derinleşen yapısal bir soruna dönüşmüş durumda. Küresel ölçekte bakıldığında, hızla artan kentleşme, göç dalgaları, ekonomik eşitsizlikler ve konutun bir yatırım aracına dönüşmesi barınma hakkının önüne geçiyor. Özellikle büyük şehirlerde konutların, yaşam alanı olmaktan ziyade finansal spekülasyonun bir parçası haline gelmesi, düşük ve orta gelir gruplarını barınma dışına itiyor. Uluslararası araştırmalar, dünya genelinde 1,6 milyar insanın uygun konut koşullarından mahrum olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye özelinde ise kriz, daha da yıkıcı bir boyuta ulaşmış durumda. 2021 sonrası derinleşen ekonomik darboğaz, inşaat maliyetlerindeki sert artış, arsa arzının daralması ve sosyal konut politikalarının yetersizliği konut fiyatlarını erişilemez kılıyor. Aynı zamanda İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerde kira artışları kontrolden çıkarken, dar ve sabit gelirli gruplar için barınma krizi yalnızca ekonomik değil,sosyal ve psikolojik bir yıkım haline geliyor. Afet riski taşıyan bölgelerde güvenli ve erişilebilir konuta erişim ise ayrıca bir eşitsizlik alanı yaratıyor. Uluslararası sermaye odaklı kentsel dönüşüm politikaları, sosyal konut yerine lüks projelere öncelik verilmesi, barınma ihtiyacının piyasa koşullarına bırakılması gibi tercihler, krizi daha da derinleştiriyor. Bu çerçevede barınma hakkı, sadece bir insan hakkı meselesi değil; aynı zamanda adalet, kent hakkı ve sosyal eşitlik mücadelesi olarak karşımıza çıkıyor.

TÜİK verilerine göre Türkiye’de ev sahipliği oranı yüzde 56’ya gerileyerek son 20 yılın en düşük seviyesine indi.
KONUTDER’in verilerine göre, Türkiye’de yıllık konut ihtiyacı 700 binin üzerinde. Buna karşılık, yıllık konut üretimi 500 bin civarında kalıyor. Bu, her yıl en az 200 bin konutluk bir açık demek. Özellikle büyükşehirlerdeki hızlı nüfus artışı ve göç hareketliliği, bu açığı daha da büyütüyor.

Barınma krizini tetikleyen en temel dinamikler şöyle sıralanıyor:
Arz-Talep Dengesizliği: Üretilen konut sayısı, ihtiyaçları karşılamıyor.
Yüksek Konut Maliyetleri: İnşaat maliyetlerinin artışı, konut fiyatlarını erişilmez hale getiriyor.
Kira Enflasyonu: Ev sahipliği oranı düşerken, kira talebi artıyor.
Yetersiz Sosyal Konut Üretimi: TOKİ ve benzeri projeler, ihtiyacın çok gerisinde kalıyor.
Spekülatif Gayrimenkul Yatırımları: Konutun barınma değil, yatırım aracı olarak görülmesi.
Ev Sahipliği Oranı Tarihi Dipte
Barınma hakkının kırılganlaştığı günümüzde, konut artık yalnızca bir yaşam alanı değil, erişimi her geçen gün zorlaşan bir ayrıcalık hâline geldi. TÜİK verilerine göre Türkiye’de ev sahipliği oranı yüzde 56’ya gerileyerek son 20 yılın en düşük seviyesine indi. Özellikle gençler, yeni evlenen çiftler ve sabit gelirli gruplar için ev sahibi olmak hayalden öteye geçemiyor. Konut piyasasındaki bu kırılma, sadece mülkiyet hakkını değil, yaşam güvencesini de tehdit ediyor. Öte yandan büyük kentlerde yükselen kira bedelleri, asgari ücretlinin maaşını dahi aşmış durumda. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi metropollerde kiralar ortalama gelirin çok üzerine çıkarak ekonomik baskıyı büyütüyor. Barınma krizinin bu düzeyi, yalnızca bireysel sorunlar değil, aynı zamanda kentli yaşamın adaletini ve sürdürülebilirliğini tehdit eden yapısal bir eşitsizlik halini alıyor.

İPA’nın yayımladığı “Bir Hak Olarak Barınma” başlıklı raporda, İstanbul’daki konut krizinin temel nedenleri ve çözüm önerileri ele alınmakta. Raporda, konutun yatırım aracı haline gelmesinin barınma hakkını tehdit ettiği vurgulanıyor. Ayrıca, İstanbul’da 1,8 milyon konutun boş olduğu, bu durumun konut arz-talep dengesini bozduğu ve fiyatları artırdığı belirtiliyor. Raporda, sosyal konut üretiminin yetersizliği ve mevcut konut politikalarının dar gelirli kesimleri yeterince koruyamadığına dikkat çekiliyor.
Kentsel Dönüşüm ve Barınma Politikaları
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, özellikle deprem riski taşıyan bölgelerde kentsel dönüşüm projelerine ağırlık vererek barınma sorununu çözmeyi hedeflemektedir. Bakan Murat Kurum’un açıklamalarına göre, İstanbul’da 1,5 milyon riskli yapı bulunmakta ve bunların yüzde 30’unun acilen dönüştürülmesi gerekmektedir. “Yarısı Bizden” kampanyası kapsamında 41 bin konutun dönüşüm süreci başlatıldı.
GYODER’in Barınma Krizi Değerlendirmesi ve Çözüm Önerileri
GYODER Başkanı Neşecan Çekici, Türkiye’de ev sahipliği oranının %56’lara gerilediğini belirterek, bu durumun alarm verici olduğunu ifade etmiştir. Çekici, kiraların dengesizleştiğini ve arzın yetersiz, talebin ise yüksek olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca, kira artış oranlarına getirilen %25’lik sınırın piyasada dengesizliklere yol açtığını ve bu müdahalenin birkaç yıla mal olabilecek hatalara neden olduğunu belirtmiştir. Konut üretiminde en büyük maliyetin arsa olduğunu belirten Çekici, Türkiye’de arsa maliyetinin toplam maliyetin yaklaşık %50’sini oluşturduğunu, oysa Avrupa’da bu oranın %20’lerde olduğunu ifade etmiştir. Bu nedenle, arsa maliyetinin düşürülmesinin diğer maliyetlerdeki artışı dengeleyebileceğini vurgulamıştır. GYODER, barınma krizine çözüm olarak “GYODER Yeni Konut Modeli”ni geliştirmiştir. Bu model, kamu-özel iş birliğiyle devletin elindeki arsaların belli bir dönem için ödünç verilmesini ve bu şekilde kira maliyetlerinin yarıya düşürülmesini öngörmektedir. Model, arsa maliyetini ortadan kaldırarak konut üretimini hızlandırmayı ve uygun fiyatlı kiralık konutlar üretmeyi hedeflemektedir Ayrıca, GYODER, kentsel dönüşümün hızlandırılması ve konut sahipliği oranının %70 seviyelerine çıkarılması için kamu-özel iş birliğinin şart olduğunu belirtmiştir. Sektörün, Türkiye ekonomisinin kalbi olduğunu ve daha sağlıklı bir ekonomi için yenilikçi önlemler ve düzenlemeler gerektiğini vurgulamıştır.
Avrupa ülkeleri, artan konut ihtiyacına karşı kapsamlı ve uzun vadeli çözümler geliştirmeye devam ediyor. Bu çözümlerin merkezinde; sosyal konut yatırımları, kamu-özel sektör iş birlikleri ve sürdürülebilir mimari yaklaşımlar yer alıyor.
Avrupa’dan Örnek Modeller
Avrupa ülkeleri, artan konut ihtiyacına karşı kapsamlı ve uzun vadeli çözümler geliştirmeye devam ediyor. Bu çözümlerin merkezinde; sosyal konut yatırımları, kamu-özel sektör iş birlikleri ve sürdürülebilir mimari yaklaşımlar yer alıyor. Özellikle büyük şehirlerde yaşam maliyetlerinin artmasıyla birlikte Avrupa genelinde erişilebilir konut politikaları yeniden öncelik kazanmış durumda. Viyana Modeli bu alanda dünyaya örnek teşkil eden en başarılı sistemlerden biri. Viyana’da belediye mülkiyetindeki arsalar, düşük gelirli gruplar için uzun vadeli kira garantisiyle sosyal konut üretimi için tahsis ediliyor. Bu konutların tasarımı, mimari yarışmalarla belirleniyor; bu sayede estetik ve işlevsellikten ödün verilmeden kamu yararı gözetiliyor. Viyana’da kiralık konutların yaklaşık %60’ı kamu destekli sosyal konutlardan oluşuyor. Böylece yalnızca düşük gelirli bireyler değil, orta sınıf daerişilebilir konutlara ulaşabiliyor.

Hollanda, 20. yüzyıldan bu yana güçlü bir sosyal konut geçmişine sahip. Bugün ülkede tüm konut stokunun yaklaşık %30’u sosyal konutlardan oluşuyor. Konut kooperatifleri, sosyal kiralama politikalarının ana aktörü olarak görev alıyor. Ayrıca sürdürülebilirlik hedefleri doğrultusunda enerji verimli binaların dönüşümü destekleniyor.
Fransa, özellikle Paris gibi büyük şehirlerde artan konut krizine karşı sosyal konut üretimini zorunlu hale getiren yasal düzenlemeler geliştirdi. “Solidarité et Renouvellement Urbain” yasasıyla belediyelere belirli bir sosyal konut üretme yükümlülüğü getirildi. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyen belediyeler cezai yaptırımlarla karşılaşıyor.

Almanya, konut üretiminde sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler sunan Baugruppen (yapı grubu) modeliyle öne çıkıyor. Bu modelde bireyler veya küçük gruplar, arsa alımı ve konut tasarımında iş birliği yaparak maliyeti düşürüyor ve mimariyi kişiselleştiriyor. Bu örnekler, konut krizinin sadece arz talep dengesiyle çözülemeyeceğini; aynı zamanda kamu planlaması, sosyal adalet ve sürdürülebilirlik ilkeleriyle desteklenen bütüncül modellerin gerekliliğini ortaya koyuyor. Türkiye’de de yalnızca geçici değil, uzun vadeli etkisi olacak kapsamlı konut politikalarının geliştirilmesi; kamu eliyle üretilen, sosyal adaleti gözeten ve ekolojik ilkeleri merkezine alan yeni modellerin hayata geçirilmesi büyük önem taşıyor.
Konutun temel bir barınma ihtiyacından ziyade yatırım aracı olarak görülmesi, barınma krizinin başlıca nedenlerinden biridir. Bu durum, özellikle büyük şehirlerde konut fiyatlarının hızla artmasına ve dar gelirli kesimlerin konuta erişiminin zorlaşmasına yol açmaktadır. Örneğin, İstanbul’da son bir yıl içerisinde konut satış fiyatları %84,14 oranında artış göstermiştir.
Barınma Krizinin Temel Nedenleri ve Çözüm Önerileri

Konutun Yatırım Aracı Haline Gelmesi
Konutun temel bir barınma ihtiyacından ziyade yatırım aracı olarak görülmesi, barınma krizinin başlıca nedenlerinden biridir. Bu durum, özellikle büyük şehirlerde konut fiyatlarının hızla artmasına ve dar gelirli kesimlerin konuta erişiminin zorlaşmasına yol açmaktadır. Örneğin, İstanbul’da son bir yıl içerisinde konut satış fiyatları %84,14 oranında artış göstermiştir.
Yetersiz Sosyal Konut Üretimi
Türkiye’de sosyal konut üretiminin yetersizliği, düşük ve orta gelirli grupların uygun fiyatlı konutlara erişimini kısıtlamaktadır. Bu durum, kiralık konut talebinin artmasına ve kira fiyatlarının yükselmesine neden olmaktadır. Özellikle gençler ve emekliler, barınma krizinden en çok etkilenen gruplar arasında yer almaktadır.
Ekonomik ve Finansal Faktörler
Yüksek enflasyon, döviz kurlarındaki dalgalanmalar ve inşaat maliyetlerindeki artış, konut fiyatlarını doğrudan etkilemektedir. Ayrıca, düşük faiz oranları ve kredi genişlemesi, konut talebini artırarak fiyatların yükselmesine katkıda bulunmaktadır.
Kurumsal Yatırımcıların Etkisi
Kurumsal yatırımcıların konut piyasasına girişi, özellikle uygun fiyatlı konut stokunun azalmasına ve kira fiyatlarının artmasına neden olmuştur. Bu durum, bireysel alıcıların konut edinme şansını azaltmakta ve barınma krizini derinleştirmektedir.
Türkiye’de barınma krizi, salt ekonomik tedbirlerle çözülemeyecek kadar karmaşık ve çok boyutlu bir meseleye dönüşmüş durumda. Bu sorunun çözümü, kentsel planlamadan sosyal politikalara, yeşil bina standartlarından toplumsal adalet ilkelerine kadar uzanan kapsayıcı bir yaklaşımı zorunlu kılıyor.
Çözüm Önerileri
Ulusal Konut Eylem Planı: Uzun vadeli, bütüncül ve sürdürülebilir bir eylem planı hazırlanmalı.
Sosyal Konut Üretiminin Artırılması: Devlet destekli sosyal konut projeleri ile düşük ve orta gelirli grupların konuta erişimi sağlanmalıdır.
Konutun Yatırım Aracı Olmasının Önlenmesi: Konut alım-satımında spekülatif işlemleri engelleyecek vergi düzenlemeleri ve politikalar geliştirilmelidir.
Kira Kontrolleri ve Destekleri: Kira artışlarını sınırlayan düzenlemeler ve dar gelirli kiracılara yönelik kira destek programları uygulanmalıdır.
Yerel Yönetimlerin Rolü: Belediyeler, konut politikalarında daha aktif rol almalı ve yerel ihtiyaçlara uygun konut projeleri geliştirmelidir.
Veri Tabanlı Planlama: Konut arz ve talebine ilişkin veriler toplanarak, planlamalar bu veriler ışığında yapılmalıdır.
Yeşil Sosyal Konut Üretimi: Enerji verimliliği ve çevre dostu malzemelerle üretilen sosyal konutlar teşvik edilmeli.
Kamu-Özel İş birlikleri: Uzun vadeli kira garantili konut projeleri geliştirilmeli.
Boş Konutların Vergilendirilmesi: Spekülatif alımları önlemek için boş konutlara yönelik caydırıcı vergilendirme getirilmeli.
Yerinde ve Adil Kentsel Dönüşüm: Kentsel dönüşüm rant odaklı değil, sosyal fayda ekseninde planlanmalı.
Çok Katmanlı Bir Sorun
Türkiye’de barınma krizi, salt ekonomik tedbirlerle çözülemeyecek kadar karmaşık ve çok boyutlu bir meseleye dönüşmüş durumda. Bu sorunun çözümü, kentsel planlamadan sosyal politikalara, yeşil bina standartlarından toplumsal adalet ilkelerine kadar uzanan kapsayıcı bir yaklaşımı zorunlu kılıyor. Barınma hakkının, piyasa mekanizmalarına terk edilmediği, insan odaklı ve sürdürülebilir politikaların hayata geçirildiği bir gelecek için bugünden adım atmak şart. Barınma krizi artık yalnızca bir sektör sorunu değil, sosyal refahı ve kentlerin geleceğini tehdit eden bir kırılma noktasıdır. Konutu yalnızca bir ekonomik araç olarak gören anlayışın yerine, onu insan onurunun ayrılmaz bir parçası olarak gören yeni bir paradigma inşa etmek zorundayız. Bu paradigma; kamu yararını, sosyal adaleti, çevresel sürdürülebilirliği ve toplumsal kapsayıcılığı esas almalıdır. Türkiye’de barınma krizinin çözümü, kısa vadeli müdahalelerden çok, güçlü bir vizyon, kararlılık ve tüm paydaşları kapsayan stratejik bir iş birliğiyle mümkündür. Barınma hakkının herkes için erişilebilir, güvenli ve sürdürülebilir bir gerçekliğe dönüşmesi için şimdi harekete geçme zamanı.