Kentte Vahalar Yaratmak

Tuğyan KEPKEP, Peyzaj Mimarı

Büyük şehirlerin 1950 yılında 23 milyon olan toplam nüfusu, 2000 yılında 229 milyona ulaştı. Kentlerde yaşanan ürkütücü orandaki nüfus artışı yapılı çevrenin kontrollü veya kontrolsüz bir şekilde yayılmasına ve yeşil alanların yok olmasına neden oldu. Artık büyük şehirlerde yaşayan insanlar, gündelik hayatlarının keşmekeşinden kaçıp rahat bir nefes almaları için saatlerce yol katetmek zorunda kalıyorlar.

Avrupa Birliği standartlarına göre kişi başına düşen yeşil alanın 10 m2 olması gerekiyor. Amsterdam’da bu değer 45.5 m2, New York’da 29.1 m2, Londra’da 26.9 m2, Ankara’da 14.91 m2 ve İstanbul’da 6.4 m2. Bu verilere hem pasif (yol kenarı ve kavşaklar gibi) hem de aktif (parklar gibi) yeşil alanların dahil olduğu göz önünde bulundurulursa, kentlilerin rekreatif amaçla kullanabilecekleri yeşil alanların bu değerlere göre çok daha az olduğu ortaya çıkıyor. İstanbul için kişi başına düşen aktif yeşil alanların 1 m2 olması, durumun ciddiyetini çarpıcı bir şekilde gösteriyor.

Peki, bu istatistiksel veriler biz kentlilerin yaşamına nasıl etki ediyor? Şehir içinde binalar ve araçlar arasına sıkışan yaşamlarımızda ihtiyaç duyduğumuz nefes alma noktalarının azlığı kendimizi zaman zaman boğuluyormuş gibi hissetmemize neden oluyor. İhtiyaç duyduğumuz sadece şehir yaşamından uzaklaşmak değil, aynı zamanda eksikliğini hissedip özlem duyduğumuz farklı duyulara da ulaşmak. Koklama (çiçeklerin kokusu), duyma (ayak sesleri), hissetme (ahşap oturma elemanları) ve tatma (dalından koparılan bir elma) duyularımıza seslenen doğanın, kent dokusu içine tekrardan yerleştirilmesinin ve onunla etkileşime girmenin ihtiyacı içindeyiz. Amerikalı biyolog Edward O. Wilson’ın “Biophilia” adlı kitabında biyofili hipotezi olarak isimlendirdiği “insan benliğinin doğaya duyduğu içgüdüsel özlem” tanımı, biz kentlilerin durumunu özetleyebilecek nitelikte.

Bir metropol yaşayanı olarak bu verileri günlük hayatmızda nasıl deneyimliyoruz? İstanbul’un en büyük rekreatif yeşil alanlarından biri olan Belgrad Ormanı’nı ele alalım. İlk olarak dikkat çeken durum ormana ulaşmada toplu taşımanın yetersiz kalması. Belgrad Ormanı’na özel aracımızla ya da taksiyle ulaşabiliyoruz. Haftasonu güzel bir havada ormana gitmeye karar verdiğimizde oraya ulaşana kadar metropol hayatının sıkıntılarından kurtulamıyoruz. Doğaya olan özlemimizi gidermek için ayırdığımız vakit, dönüş trafiğine kalmamak için erkenden hareket etmemizle hızlıca son buluyor.

Her geçen gün yaygınlaşan site şeklinde konut yapılarında da durum farklı açılardan rahatsızlık verici. Sadece site sakinlerine hizmet veren ve “koruma” amaçlı çitlerle veya duvarlarda çevrili yerler, yeşil alanlar olarak sunuluyor. Plastik malzemelerden yapılan çocuk oyun alanları, “Lütfen Çimlere Basmayınız” levhalı küçük yeşil parseller rekreatif alanlar olarak karşımıza çıkıyor. Bu alanlar sadece göze hitap eden, ama bunda da yeterince başarılı olamayan, zamanla terk edilen boşluklar haline dönüşüyor.

Bizler ne yapıyoruz? Balkonlarımızda çiçek, apartmanlarımızın küçük bahçelerinde domates veya biber yetiştirmeye çalışıp bir şekilde doğayla etkileşime geçmeye çalışıyoruz. Bizim bu büyük çaresizliğimizi sonlandırmak için ne yapmamız gerekli? Bireysel gayretler yeterli olabilir mi? Mimarların, peyzaj mimarlarının ve şehir plancılarının bu konuya özellikle mi odaklanmalılar? Yoksa devletin, kentlerin yeşil dokusuna katkıda bulunacak, vatandaşlarına diğer konularda olduğu gibi bu alanda da hizmet verecek bir politika mı oluşturması gerekir?

Gerilla BahçeciliğiYurtdışında hayata geçen bir takım uygulamalar bize yol gösterebilecek nitelikte. Bireysel çabalarla kent yaşamına doğayı katmaya çalışan bir hareket olan gerilla bahçeciliği, bu duruma hızlı ve anarşik bir ruhla cevap veriyor. Daha çok yurtdışında aktif olan “gerilla bahçıvanları” kent içinde atıl durumda olan “boşluklara” yasal bir sürece başvurmadan müdahele ediyorlar. Kendi imkanlarıyla hazırladıkları tohum bombalarıyla bu boşlukları bir nevi bombalıyorlar.

Müdahele etmeye karar verdikleri alanlara giderek hazırladıkları tohumları kısa bir sürede ekip suluyor ve ardından orayı terk ediyorlar. Geri kalanını doğal sürece bırakan bahçıvanlar, çevrenin de desteğini alarak bu alanların devamlılığını sağlıyorlar. İnternet üzerinden kendi aralarında organize olmaya başlayan gerilla bahçıvanları, bu hareketi olabildiğince geniş bir alana yaymayı ve bu şekilde hem şehirde yaşayanların hem de hükümetlerin dikkatini çekmeyi amaçlıyor.

High Line ParkHalkın ve tasarımcıların dayanışması ile ortaya çıkan ve New York’ta bulunan High Line Park, yeşil alan yaratmak için illa boş bir yer gerektirmediğini kanıtlayan bir proje. Yerden yükseltilmiş bir tren yolu olan High Line tren yolu, 1930’larda şehrin ortasında inşa edilmiş fakat zamanla kullanım dışı kalarak işlevini yitirmiş. Yabani otlarla kaplanan ve kent içinde çirkin bir görüntü yaratan alanın, 1999 yılında dönemin New York Belediye Başkanı tarafından yıkılması kararı alınıyor. Bu durum karşısında bölgede oturan vatandaşlar birleşerek “Friends of High Line” (High Line Dostları) derneğini kuruyor ve bu karara itiraz ediyorlar. Tren yolunun bir parka ve yeşil hata dönüştürülmesini isteyen bölge sakinleri bu konuda yönetime baskı yaparak 2004 yılında projelerini hayata geçirmeyi başarıyorlar. Peyzaj mimarlarının, mimarların, bitkisel tasarımcıların ve mühendislerin ortaklaşa çalışmasıyla geliştirilen proje sonucu ortaya kent üzerinden geçen yeşil bir köprü çıkıyor.

Çeşitli bitkilerin ve rekreatif elemanların bulunduğu parkta, tren yolu kimliğinin de yitirilmemesine gayret ediliyor. Tren raylarına bakım yapılıp oldukları gibi korunmaları sağlanırken, tasarım da bu hatlar doğrultusunda geliştiriliyor. Alanda yetişen bitkilerin korunması kararlaştırılarak bitkisel tasarımın da bu dokuyu koruyacak ve çeşitlendirecek doğrultuda gerçekleştirilmesi sağlanıyor. Aşama aşama ilerleyerek halkın kullanımına açılan park, ABD’de başka şehirlerde benzer koşullarda bulunan alanlar için başarılı bir örnek teşkil ediyor.

Garonne Nehri Kıyısı DüzenlemesiBordo kentinin ortasından geçen Garonne Nehri’nin kıyı şeridi düzenlemesi, Bordo Belediye Başkanı Alain Juppé’nin girişimiyle hayata geçen bir diğer ilginç proje. Başkanın 2008 yılı “Trophée de l’Aménagement Urbain” (Kent Planlaması Ödülü) almasını sağlayan projede, bakımsız ve işlevsiz bir şekilde bulunan 4,5 km uzunluğunudaki kıyı şeridi baştan düzenlenerek kamuya kazandırılıyor. 18. yüzyıla ait binalar ile Garonne Nehri arasında kalan alan, Bordo’da gerçekleşen diğer kapsamlı kentsel dönüşüm projelerinin bir parçası olarak düzenlenip, çok çeşitli ama bütüncül bir dille tasarlanıyor. Spor ve çocuk oyun alanlarının, bitki parsellerinin, bisiklet ve yaya yollarının, çeşitli etkinliklerin gerçekleştiği meydanların, insanların uzanıp dinlenebilecekleri çim alanlarının, restaurant ve kafelerin dahil edildiği kıyı şeridi düzenlemesi, içerdiği çeşitlilik ve renklilikle kentin önemli bir çekim alanı haline geliyor.

Projede en ilginç tasarımlardan biri “Miroir d’Eau” yani “Su Aynası” isimli alan. Nehirden aldığı suyu belirli vakitlerde bu alana çıkartarak yaklaşık 1 cm’lik bir su halısı haline dönüştüren tasarım, kentli için farklı bir deneyim alanı oluşturuyor. Projede, eskiden ambar olarak kullanılan ve terk edilmiş yapılar da kafe ve restaurantlara dönüştürülerek kentte alternatif bir buluşma noktası yaratılıyor.

Sadece kamusal alanın yeşille birleştirilmesini sağlamakla kalmayıp aynı zamanda terk edilmiş alanların tekrardan yaşama dahil edildiği projeler görmek kenti daha renkli ve deneyimlenebilir kılıyor. Benzer projelerin hayata geçirilmesinin hiç kimsenin tekelinde olmaması olanakları daha da artırıyor. Türkiye’de de biz kentliler için daha yaşanılabilir, doğaya olan özlemimizi giderecek ve duyularımıza hitap edecek benzer alanlar yaratmak neden mümkün olmasın?


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)