Lüksün Yeni Dili: Anlam, Duygu ve Sürdürülebilirlik

Dilhan Hız / dilhan@ekoyapidergisi.org

Uzun yıllar boyunca “lüks” denildiğinde akla parlayan yüzeyler, nadir malzemeler ve yüksek maliyetli gösterişli işler geldi, durdu. Ancak artık tablo değişiyor. Yeni kuşak tasarımcılar, “lüks”ü sahip olunacak bir nesne değil, yaşanacak bir duygu olarak tanımlıyor. İşte tam da bu dönüşümü konuşmak için mimarlık ve marka stratejisi uzmanı Anant Sharma ile bir araya geldik. Miami’deki Zonda Elevate Konferansı’nda konuşan Sharma, gelecekte lüks kavramının, doğayla uyumlu mimaride şekilleniyor olacağından bahsetti. Bu sohbet konuyu sürdürülebilir mimarlık perspektifinden biraz daha derinleştiriyor. Editör Paul Makovsky’nin sanatçıyla yaptığı keyifli röportajı sizler için derledik…

Lüksün artık “duygusal” bir mesele olduğunu söylüyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Evet, çünkü insanlar artık bir binaya baktıklarında sadece form ya da malzeme görmüyorlar; hissetmek istiyorlar. Bu his, bir mekânın onları nasıl karşıladığı, nasıl nefes aldırdığıyla ilgili. Bir otel lobisinde, bir konutun avlusunda, hatta bir ofiste bile o sıcaklığı, samimiyeti arıyoruz. Maddi zenginliğin ötesinde, duygusal doyumun peşindeyiz. Bu, sürdürülebilir mimarlıkla da birebir ilişkili çünkü doğayla uyumlu bir mekân, insanda en derin duygusal bağlantıyı kurar.

O halde sürdürülebilirlik, yeni lüksün kalbinde mi yer alıyor?

Kesinlikle. Artık “lüks” dendiğinde aklımıza çevreyi görmezden gelen, enerji yutan, kısa ömürlü yapılar gelmiyor. Gerçek lüks, doğayla çatışmadan yaşamak. Bir yapının malzemesi, üretim süreci, enerji kullanımı, bakım ömrü... hepsi o mekânın hikâyesine dahil. İnsanlar artık bir mimariyi sadece estetiğiyle değil, vicdanıyla da değerlendiriyor.

Malzeme seçimi hâlâ önemli mi, yoksa yerini tamamen duyguya mı bıraktı?

Malzeme elbette önemli, ama artık “malzemenin hikâyesi” daha da önemli. Nereden geliyor, kim üretiyor, nasıl bir topluma katkı sağlıyor? Bunlar belirleyici. Bir taşın güzelliği artık yüzeyindeki parıltıda değil; çıkarıldığı yerin ekosistemine zarar verip vermediğinde. Gerçek lüks, iz bırakmamakta.

Lüksü yeniden tanımlarken teknoloji nereye oturuyor?

Teknoloji artık gösterişin değil, anlamın hizmetinde olmalı. Akıllı ev sistemleri ya da artırılmış gerçeklik deneyimleri yalnızca “etkileyici” olmak için değil, insanın yaşamını sadeleştirmek için kullanılmalı. Teknoloji sürdürülebilirliğe destek oluyorsa, enerji kullanımını azaltıyorsa, yaşam döngüsünü uzatıyorsa işte o zaman “lüks” haline gelir.

Peki, sizce bir mimar bu dönüşümün neresinde durmalı?

Mimar artık sadece bir “tasarımcı” değil; duygu tasarımcısı. Her çizgi, her oran, her ışık geçişi bir duygu yaratıyor. Mimarlığın geleceği, insana iyi gelen, gezegene zarar vermeyen mekânlar yaratmakta. Eğer bir yapı hem estetik hem de etik bir değer taşıyorsa, işte o zaman gerçekten lüks oluyor.

Lüksün geleceğini tek bir cümleyle özetleyecek olsanız…

Lüks, sessiz bir huzur anıdır.

Artık kimse bağıran mimariler istemiyor. İnsanlar kendini iyi hissetmek, nefes almak, doğayla yeniden bağ kurmak istiyor. Geleceğin lüksü, parıltılı vitrinlerde değil, sade ama anlamlı mekânlarda gizli.

Sürdürülebilir mimarlıkla lüks arasındaki çizgi silinmeye başladı. Gösteriş yerini doğal zarafete, pahalı malzeme yerini duygusal derinliğe bırakıyor. Anant Sharma’nın da dediği gibi, “artık mesele sahip olmak değil, hissetmek.”

Ve bu da mimarlığın en güzel haberlerinden biri.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)