Mimarlıkta Bilmek Yetmez Teorik Bilgi Deneyim İle Harmanlanır

Bu röportaj Kilsan sponsorluğunda hazırlanmıştır.

Mimar bir ailede büyümek, mesleğe adım atmadan çok önce mimarlığın hem görünen hem de görünmeyen yüzüne tanıklık etmek demek. Çocukluk yıllarından itibaren evin içinde süregelen proje tartışmaları, şantiye hikâyeleri ve tasarım üzerine fikir alışverişleri, yalnızca mesleki bilgi değil; aynı zamanda “görgü” dediğimiz o eşsiz deneyim birikimini de kazandırıyor. Babasından amcasına, ablasından eşine ve kızına uzanan üç kuşak mimarlık geleneği, ona mesleğin yalnızca teknik ve estetik boyutunu değil, yaşam biçimi olarak taşıdığı anlamı da aktarmış. Biz de tüm bu birikimin meslek pratiğine, tasarım yaklaşımına ve mimarlık üzerine düşüncelerine nasıl yansıdığını konuşmak için kendisiyle keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Mimar bir ailede büyümüş olmanın meslek seçim sürecinize ve mimarlık algınıza etkileri neler oldu? Babanız ve amcanız gibi aynı okulda eğitim almanın sizde oluşturduğu duygu nasıldı? Aile içinde mesleğe dair paylaşımlar, fikir alışverişleri veya kuşaklar arası bakış farkları zaman içinde sizi nasıl şekillendirdi?

Görgü! Bu meslekte sadece ‘bilmek’ yeterli değil. ‘Teorik bilgi’, ‘deneyim’ ile harmanlanır bizim meslekte. Eğitim sırasında yapılan zorunlu “staj” bu bağlamda düşünülebilir. Öğrenciler bir mimarlık ofisinin nasıl çalıştığını veya şantiyede işlerin ne şekilde yürüdüğüne ilişkin “gözlem” yaparlar. Beğenirler veya kusurlu tarafları bulurlar, benimserler veya eleştirirler. Bunların tümü, kendilerine belirleyecekleri yol hakkında kıymetli veriler içerir. Mimar bir ailede büyümüş olmanın, ofis dışında, şantiye dışında bir mimarın neler yaptığına, nasıl yaşadığına ilişkin gizli veriler ise bir anlamda meslek öncesi “gözlem” sayılabilir. Buna kısaca “görgü” diyorum. Sadece babam ve amcam değil, ablam da DGSA mezunu. O, heykel okudu. Karım mimar, kayınpederim, kayınvalidem mimar. Kızım da mimar. Artık üç kuşak birbiriyle mesleki alanda konuşabiliyor, tartışabiliyor. Babamın deneyimlerinden çokça yararlandım. Umarım kızım da tüm bu aile birikiminden yararlanır.

Feshane

1990 yılında kurduğunuz KG Mimarlık’ın kuruluş hikâyesindeki temel nedir? Mimari ve iç mimariyi birlikte ele alan bir yapı olarak KG Mimarlık’ın tasarım yaklaşımını nasıl tarif edersiniz?

Ofisi kurduğumuzda gençtik ve deneyimsizdik. Ancak içimde yeni ve iyi şeyler yapmaya dair büyük bir istek, enerji vardı. Genç, isim yapmamış, referansları olmayan mimarlar için çok büyük bir imkân var bu meslekte: yarışmalar. İlk önce bu yolu izledik; başarılı, ödül alan projelerimiz bizi motive etti. Arkasından iş almaya başladık, ofis büyüdü, bugünlere gelindi. Meslektaşlara çok tanıdık gelecek bir hikâye.

Mimariyi iç-dış diye ayırmıyorum. Tasarımın bir bütün olduğuna inananlardanım. Mimari proje, içini ihmal edebileceğiniz bir “dış kabuk” ya da “heykel” değil. Merdiveni, asansörü nereye koyacağım, düşey ve yatay sirkülasyonu ne şekilde organize edeceğim kararları en az “cephe” kadar önemli değil mi? Işık ve doğal hava için konumlandıracağım bir pencereyi, iç mekânı ıskalayıp sadece dış görüntü elemanı düzeyine indirmek, sorumsuzluğun dik alasıdır.

Feshane

Sürdürülebilirlik, günümüz mimarlığının en çok konuşulan kavramlarından biri. Ama sizce mimarlık gerçekten doğaya verdiği zararın bedelini ödeyebilir mi? Ya da mimarlığın doğaya karşı böyle bir borcu ödeyebileceğine inanmak, biraz fazla iyimser bir çaba mı?

Doğaya verilen zararın bedelini, değil mimarlık; insanlık ödeyemez. Üstelik söz konusu sorumlu “insanlık” olunca, zararın boyutunun ne derece yıkıcı olduğu daha kolay anlaşılır. Karbon ayak izi konusunda yapıların üstlendiği dilim yaklaşık yüzde 40! Yapı faaliyetleri yüzde 28, yapı malzemeleri ve inşaat yüzde 11. Azımsanamaz da olsa, bu işin başka bir tarafı daha var: Tüm bir yıl boyunca damlaya damlaya eksiltebildiğiniz çevre kirliliği veya karbon ayak izine yaptığınız olumlu katkı, bir ülkenin diğerine yüzlerce füze atması sonrası ne ifade eder? Araştırmacılar bir bakmalı. Ya da en hafif tabiriyle, sorumsuz, ihmalkâr birkaç kişinin başlattığı orman yangınının çevresel etkilerinin negatif bilançosunu kim dengeler? Doğa, bizim yaptıklarımızı her ne kadar umursamıyor gibi dursa da… eğer gezegen bir gün bizden intikam almaya kalkarsa, vay o zaman halimize.


Doğaya verilen zararın bedelini, değil mimarlık; insanlık ödeyemez. Üstelik söz konusu sorumlu “insanlık” olunca, zararın boyutunun ne derece yıkıcı olduğu daha kolay anlaşılır. Karbon ayak izi konusunda yapıların üstlendiği dilim yaklaşık yüzde 40! 


Feshane

Art İstanbul Feshane gibi tarihsel ve kültürel önemi yüksek bir yapının yeniden işlevlendirilmesi sürecinde yer aldınız. Yapının 1830’lara uzanan hikâyesi, çeşitli yangınlar, yenilenmeler ve endüstriyel geçmişi gibi tarihsel katmanlar size nasıl bir yön verdi? 

Bu tür yapılara “saygı” ile yaklaşmanın gerekliliğine inanıyorum. Yaklaşık 200 yaşında bir yapı; kullanılan malzemeler, üretim teknikleri ve bunu günümüze taşırken karşılaştığı ve göğüs gerdiği zorluklar açısından, o günlerin mimar, mühendis, emekçilerinin bizimle aralarında kurduklarına inandığım bağ açısından da özel bir yere sahip. Bu sorunuza cevap vermek inanın bu satırlara sığmaz. Beni hoş göreceğinizi umarak bir örnekle yetineyim:

Yapıda Belçika’da üretilip gönderilmiş 358 taşıyıcı çelik kolon var. İçleri boştur, 8000 m² alan kapatan çatının suyunu bu kolonlar zemine iletir. Oradan da yapıyı çevreleyen bir galeri sistemine aktarılır su. Bastığınız döşemenin altı bir su aktarım ağına sahiptir.

Muhafaza ederek, yenileyerek ve artık sadece Haliç’e göndermeyip, günün koşullarına uygun kullanım suyu olarak biriktirmek, 200 yıl sonra yaptığımız bir ek yorum olarak değerlendirilebilir. İnanın çok hikâye var; ona ayrı bir sayı lazım. Yine de bir ilave: yapının tüm mevcut duvar, kolon, çatı gibi günümüze kadar gelen yapısal aktarımları, asma tavanlarla, alçıpanlarla, hatta sıvalarla örtülmeyip olduğu haliyle bırakıldı. Bu şeffaflık, kurulan diyaloğa verdiğimiz önemin, saygının göstergesidir fikrindeyim.

Filli Boya

AURA-İstanbul’un Yönetim Kurulu Başkanı olarak çok disiplinli ve araştırma temelli yapısı sayesinde genç mimarların ve tasarımcıların üzerinde olumlu bir etki yaratıyorsunuz. Yönetim Kurulu Başkanı olarak AURA’daki eğitsel vizyonun şekillenmesinde en çok önem verdiğiniz ilkeler nelerdir?

AURA-İstanbul, lisans düzeyinde meslek sahibi olmuş kişilere 3,5–4 ay gibi bir süreyi tamamen kendilerine ayırarak yapmak istedikleri “araştırma projesi” için çalışacak ortam yaratıyor. Özgürce düşünebilmek, araştırmak, tartışmak ve birbirinden öğrenmek önem verdiğimiz konular. Disiplinler arası etkileşime yönelik araştırmacı seçimi, seminer, konferans, paneller, workshoplar, yarışmalarla desteklenmiş eğitim ortamı buna olanak sağlıyor. Türkiye’nin her yerinden ve yurtdışından başvuru alıyoruz, araştırmacı havuzumuz genişliyor.

Buna ek olarak “AURA Kampüs” projesi Anadolu’yu geziyor. Bağlantı kurduğumuz üniversitelerin iş birliğiyle çeşitli şehirlere ve üniversitelere haftalık ziyaret ve etkinlikler tasarlıyoruz. Tamamı ücretsiz olan tüm bu çalışmaların, etkinliklerin dünya da bir benzeri yok; bu da bizi gururlandırıyor.

Filli Boya

İstanbul Serbest Mimarlar Derneği’ndeki yöneticilik rolünüz kapsamında, mimarlık mesleğini desteklemeye yönelik çalışmalar yürütüyorsunuz. Türkiye’deki mimarlık ortamında serbest mimarların karşılaştığı temel zorluklar sizce neler ve İstanbul Serbest Mimarlar Derneği bu konularda nasıl bir fark yaratmayı hedefliyor?

Geçen dönem yönetim kurulu üyesiydim, bu dönem başkan olarak çalışıyorum. 120’den fazla üyemiz var ve Türkiye mimarlığında söz sahibi olan ofisler. Mimarlık mesleğinin hak ettiği bilinirliği ve saygıyı görmesi için çalışıyoruz. Günümüzde ortalama bir işveren, mimarı “danışman”, projesini ise “tavsiye” olarak değerlendiriyor. Mimarlar arası rekabette etik değerlerin göz ardı edilmemesi için çalışıyoruz. Bu yapıyı kurmaya dönük kapsamlı çalışmalarımız var. Ayrıca Türk mimarlarının yurtdışında tanınması, kabul görmesi de isteklerimiz arasında. Tüm bu zorlu meseleleri daha etkin ele alabilmek için bir de federasyon kurduk. 2024 yılında kurulan Serbest Mimarlar Dernekleri Federasyonu, bir çatı kuruluşu olarak Türkiye’de faaliyet gösteren 6 Serbest Mimarlar Derneğinin katılımıyla kuruldu. Depremler, yangınlar, sel felaketleri toplumun bina, mimar gibi kavramlara olan mesafesini kısalttı. Beklentilere verilecek cevapların tekil değil, toplu ve örgütlü olmasının faydaları kuşkusuz var ve bunu yapmaya çalışıyoruz.


Hepimizi bekleyen en büyük değişim “Yapay Zekâ” alanından gelecek. YZ, robot teknolojisiyle birleşecek ve tüm süreçleri ciddi şekilde değiştirecek. Etkileri; hukuk, tıp, mühendislik, güvenlik, sanayi gibi alanlarda o derece büyük olacak ki, toplumsal ezberlerin bozulduğu, yeni yaşam şekillerine uyum sağlayabilen mekân üretimleri YZ destekli mimarların uğraşı alanına girecek.


Sizce Türkiye, mimarlık alanında önümüzdeki 10 yılda nasıl bir dönüşüm yaşayacak? Bu konuda genç mimarlara tavsiyeleriniz neler olur?

Hepimizi bekleyen en büyük değişim “Yapay Zekâ” alanından gelecek. YZ, robot teknolojisiyle birleşecek ve tüm süreçleri ciddi şekilde değiştirecek. Etkileri; hukuk, tıp, mühendislik, güvenlik, sanayi gibi alanlarda o derece büyük olacak ki, toplumsal ezberlerin bozulduğu, yeni yaşam şekillerine uyum sağlayabilen mekân üretimleri YZ destekli mimarların uğraşı alanına girecek.

Otomobil ihtiyacı ortadan kalkarsa yollar, köprüler, kat otoparkları mesela nasıl değerlendirilecek? Zamanının çoğunu artık çalışarak geçirmeyen birey, ne tür mekân taleplerinde bulunacak? Bunların hepsi olduğunda belki de gençler tavsiye veren taraf olacak! 


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)