Emre Arolat'a sorduk...

Emre Arolat: "Sürdürülebilirlik” tek başına hayli kabarık anlamlar taşıyan bir kavram. Bu anlamlar EAA’da bizim de tasarım süreçlerimizin içinde hesaba kattığımız, konu ettiğimiz, her defasında birkaç takla attırdığımız ve diğer tüm ölçütlerle birlikte, zaman zaman çok başat bazen de daha örtük bir kanaldan kavramsal çerçeveye dahil olan veriler. Bu konuda tamamlayarak faydalarını deneyimleyebildiğimiz en çarpıcı örneğin Dalaman Havalimanı Uluslararası Terminali olduğu söylenebilir. Biz terminal yapısı için açılan yarışmaya katıldığımızda, ortalıkta bu kavramlar böylesine fütursuzca dolaşmazdı. Buna karşın yapının bulunduğu yerin iklimsel özelliklerini ve bu anlamda ortaya çıkacak enerji kullanımını fazlasıyla önemsemiş, asal kütlenin üzerinde, ondan birkaç metre koparak araya havayı alan, ancak güneşi kırarak alttaki betonarme tavan döşemesine direkt olarak ulaşmasını önleyen bir ek strüktür tasarlamıştık.


Yeşil mimari, sürdürülebilir enerji, ekolojik tasarım gibi kavramlar, özellikle son birkaç yıldır mimarlık üretiminin gündeminde hayli geniş bir alanı meşgul eder oldu. Hiç kuşku yok ki ilk bakışta bu alanı oluşturan yönelimlerin arkasında, hangi bilinç düzeyinde olduğuna bakılmaksızın kutsanabilecek bir tür duyarlılık var. Sonuçlarını küresel ısınma omurgasında izleyebildiğimiz değişimler, insanoğlunun içinde bulunduğu dünyayı ne denli sınırsızca etkilediğinin en açık göstergeleri. Yapı üretimi endüstrisinin bu süreçte rol alan en önemli unsurlardan biri olduğu artık ölçülebilir bir gerçeklik. Özellikle yoğun yapılaşma sonucu ortaya çıkan ısı adalarının yaşamsal etkileri, toprağın olumsuz anlamda yer ve hal değiştirmesi, yeni yerleşmeler aracıyla belirli bölgelerdeki kullanım yoğunluklarının ekolojik dengeleri bozacak oranda artması gibi tetikleyicilerin bu bağlamdaki rolleri ortada. Böyle bir gerçeklikle birlikte, söz konusu endüstrinin belirleyici aktörlerinden olan herhangi bir mimarın, bu kavramlarla hiçbir ilişki kurmadan, çevresinde bu anlamda olup bitenlere gözünü tamamen kapatması düşünülemez.

“Sürdürülebilirlik” tek başına hayli kabarık anlamlar taşıyan bir kavram. Bu anlamlar EAA’da bizim de tasarım süreçlerimizin içinde hesaba kattığımız, konu ettiğimiz, her defasında birkaç takla attırdığımız ve diğer tüm ölçütlerle birlikte, zaman zaman çok başat bazen de daha örtük bir kanaldan kavramsal çerçeveye dahil olan veriler. Bu konuda tamamlayarak faydalarını deneyimleyebildiğimiz en çarpıcı örneğin Dalaman Havalimanı Uluslararası Terminali olduğu söylenebilir. Biz terminal yapısı için açılan yarışmaya katıldığımızda, ortalıkta bu kavramlar böylesine fütursuzca dolaşmazdı. Buna karşın yapının bulunduğu yerin iklimsel özelliklerini ve bu anlamda ortaya çıkacak enerji kullanımını fazlasıyla önemsemiş, asal kütlenin üzerinde, ondan birkaç metre koparak araya havayı alan, ancak güneşi kırarak alttaki betonarme tavan döşemesine direkt olarak ulaşmasını önleyen bir ek strüktür tasarlamıştık. İlk aşamada bu sistemin ne kadar işe yarayacağı hakkında herhangi bir öngörüsü olmayan yapımcı firmayı bu senaryonun işlerliğine inandırmanın pek kolay olmadığını da vurgulamalıyım. Yapı tamamlanıp üzerinden bir yaz sezonu geçtiğinde ise hem biz hem de aynı zamanda yapının işletmesini üstlenen yapımcı firma, çıkan sonuçtan çok memnun olduk. Bugün neredeyse sadece yaz mevsiminde kullanılan bu havalimanı, bu sistem sayesinde benzer coğrafyalarda işletilen diğer terminallere oranla yüzde kırk daha az enerji tüketiyor soğutma yükünü karşılamak için. Üstelik ana kullanıma ait alanlardaki tüm cepheler şeffaf. Camlar da kayda değer önemde bir teknik özellik, ya da yansıtıcılık, renk gibi koruyucu bir katman içermiyor. Dalaman Havalimanı 2006 yılında AR Awards ödüllerinden birini aldı. Jüri raporunda, yapının bu bağlamda çevreyle kurduğu ilişkinin yüksek niteliğinden, böylesine basit gibi görünen ama büyük miktarda fayda üreten temel tasarım kararlarından övgüyle söz ediliyordu.

Buraya kadar anlattığım bölüm ortaya hayli olumlu bir manzara koyuyor olabilir. Ancak madalyonun diğer yüzünü unutmamalı. Zira tanımı gereği hiçbir havalimanının gerçek anlamda “çevreci” veya “yeşil” bir yapı olamayacağı ortada. Dahası, hizmet ettiği ulaşım biçiminin ve uçak denen vasıtanın bu bağlamda birçok açıdan hayli sorunlu olduğu da kolaylıkla iddia edilebilir. Soğutma yükü yönünden türdeşlerinden daha az enerji tüketiyor ve çevreye zararlı gazları daha az salıyor olması, bu gerçeği değiştirmiyor. İşte tam da bu karşıtlıklar nedeniyle yazıya konu olan kavramlara ve bu kavramların öne çıkartılması yoluyla bir tür meşruiyet kazanma yöneliminde olan yapılara karşı biraz daha uyanık olmanın önemi vurgulanmalı. İçinde bulunduğumuz sermaye egemen dünya, tüketim dişlilerinin arasına sokabildiği her konuya olduğu gibi, “sürdürülebilirlik” olgusuna da bir tür piyasa enstrümanı olarak bakmaya meyilli. Dikkat etmeli. Zira bu olgunun bu bağlamda metalaştırılama kapasitesinin yüksekliği, yazık ki tehlikenin büyüklüğü ile de eşdeğer görünüyor.

1982’de Galatasaray Lisesi’nden mezun oldu. 1986 yılında girdiği Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden 1992 yılında yüksek lisans derecesiyle mezun oldu. 1986-1987 yıllarında Washington DC’de “Metcalf and Associates” Mimarlık Bürosu’nda çalışan Arolat, Türkiye’ye döndükten sonra Arolat Mimarlık Mühendislik AŞ.’de çalışmaya başladı. 14 yıl boyunca annesi Şaziment Arolat ve babası Neşet Arolat’la birlikte tasarımcı ortak olarak çalıştıktan sonra 2004 yılında Gonca Çırakoğlu ile birlikte EAA-Emre Arolat Architects’i kurdu.

Meslek hayatı boyunca projeleri ulusal ve uluslararası bir çok ödüle layık görüldü. Mesleki yayınlarda makale ve deneme yazıları yayınlandı. 1998 yılından beri Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinin mimarlık fakültelerinde atölye yürütücüsü ve proje jürisi olarak görev yapıyor.


Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)