İyi Yapıların Toplamından İyi Şehir Oluşmaz
Mimarlığın yalnızca estetik bir mesele değil, toplumsal, kültürel ve etik bir sorumluluk olduğunu savunan Nevzat Sayın, Türkiye’de mimarlığın karşı karşıya olduğu temel sorunları yıllardır açık bir dille ortaya koyuyor. Yatırım odaklı bakış açısının kentsel dokuyu nasıl dönüştürdüğünden, sürdürülebilirlik kavramının içi boşaltılmış kullanımına kadar birçok konuda eleştirel bir perspektif sunan Sayın, iyi mimarlığın ancak ihtiyaçlara doğru yanıt üretebildiğinde anlam kazandığını vurguluyor. Bu kapsamda, Nevzat Sayın ile mimarlığın bugünkü sorunlarını ve gelecek vizyonunu konuştuğumuz özel bir söyleşi gerçekleştirdik.

Günümüz inşaat dünyasında sizi en çok endişelendiren şey nedir? Bu durumun yalnızca sonuçları değil, kökeniyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Ve mimarların, bu yapısal sorunlar içinde gerçekten bir şeyleri dönüştürme gücü olduğuna inanıyor musunuz?
Gerçek gereksinimlerle değil, yatırım nesnesi olarak inşaatların inanılmaz sayıda artması kentsel dokunun canına okuyan sonuçlar doğuruyor. Mimarlık siparişle oluştuğu, sipariş ise yatırımcılardan geldiği için mimarların iyi mimarlık üretmekten başka yapabileceği bir şey yok. Ama ne yazık ki ne kadar iyi bir mimarlık olursa olsun iyi yapıların toplamından iyi bir şehir oluşturulamıyor.

‘‘GERÇEK GEREKSİNİMLERLE DEĞİL, YATIRIM NESNESİ OLARAK İNŞAATLARIN İNANILMAZ SAYIDA ARTMASI KENTSEL DOKUNUN CANINA OKUYAN SONUÇLAR DOĞURUYOR. MİMARLIK SİPARİŞLE OLUŞTUĞU, SİPARİŞ İSE YATIRIMCILARDAN GELDİĞİ İÇİN MİMARLARIN İYİ MİMARLIK ÜRETMEKTEN BAŞKA YAPABİLECEĞİ BİRŞEY YOK AMA NE YAZIK Kİ NE KADAR İYİ BİR MIMARLIK OLURSA OLSUN İYİ YAPILARIN TOPLAMINDAN İYİ BIR ŞEHİR OLUŞTURULAMIYOR."
Mimarlığın niteliği, çoğu zaman onu finanse eden zihniyetle belirleniyor. Sizce Türkiye’de yatırımcı ve müteahhitler mimarları ne kadar anlıyor? Bu zihniyeti dönüştürmek için mimarların yapabileceği bir şey var mı, yoksa bu başka bir kültürel mesele mi?
Çok az sayıdaki yatırımcı ve yapımcı iyi mimarlık peşinde. Onların anladığı iyi mimarlık ise kendilerine göre iyi olan. Eğer yasal zorunluluk olmasa mimari proje hizmeti alan yatırımcı ve yapımcı sayısı şimdiki sayının onda birine iner. Bu nedenle mimari proje için ödeme yapmak çok zor geliyor ve çok düşük hizmet bedelleri teklif ediliyor. Mimarların çoğu da bu pazarlıklarda düşük hizmet bedellerine razı oluyor. Mimarların bu konuda dirençli olması proje hizmetinin niteliğini doğrudan etkiler.

Sürdürülebilirlik günümüz mimarlığının en çok konuşulan kavramlarından biri. Ama sizce mimarlık gerçekten doğaya verdiği zararın bedelini ödeyebilir mi? Ya da mimarlığın doğaya karşı böyle bir borcu ödeyebileceğine inanmak, biraz fazla mı iyimser bir çaba?
Mimarlık olması gerektiği gibi yapıldığında “sürdürülebilirlik” konusu ayrıca bir konu olmaktan çıkar. Çünkü bu konu iyi mimarlığın asal meselelerinden biridir. Bugünkü kullanımıyla “sürdürülebilirlik” ise içi boş bir moda söylem gibi geliyor kulağımıza. Mimarlık yatırım nesneleri üretmekten gereksinimlere cevap üretmeye geçtiğinde doğayla çelişik olmaktan kurtulur.

‘‘ÇOK AZ SAYIDAKİ YATIRIMCI VE YAPIMCI İYİ MİMARLIK PEŞİNDE. ONLARIN ANLADIĞI İYİ MİMARLIK İSE KENDİLERİNE GÖRE İYİ OLAN. EĞER YASAL ZORUNLULUK OLMASA MİMARİ PROJE HİZMETİ ALAN YATIRIMCI VE YAPIMCI SAYISI ŞİMDİKİ SAYININ ONDA BİRİNE İNER.’’
Sizin bir projeniz ve yıllar sonra sizinle konuşuyor. Size ne dese ‘tamam, doğru yapmışım’ dersiniz? Hangi cümle, sizin için mimar olarak bir yapının huzurunu tanımlar?
“Burada ve böyle olmaktan memnunum” dese sevinirdim. Böyle dediklerini düşünüyor ve seviniyorum.

Bir mimar olarak tanınmak, zamanla bir fikir insanına, hatta bir duruşa dönüşmek anlamına geliyor. Bu tanınmışlık durumu sizin üretim sürecinizi nasıl etkiliyor? Böyle bir temsil yükü sizde bir baskı mı yaratıyor, yoksa bir sorumluluğa dönüşüp sizi besliyor mu?
Nasıl tanındığınıza bağlı olarak biliniyor ve bu bilgiye sahip insanlarla karşılaştığınızda doğru bildiklerinizi anlatmak için gerekli zamanı kazanıyorsunuz. Karar verici olmanızı sağlayan bir ayrıcalık bu durum yetki üretmenizi sağlamasının yanı sıra sorumluluk da yüklüyor. İç içe geçen bu yetki ve sorumluluk her seferinde yeni katmanlarla giderek artıyor.

TRT2 gibi kültürel odaklı ulusal bir kanalda mimarlık programı yapmak birçok kişiye “niş” bir iş gibi görünebilir. Sizce mimarlığı bu kadar geniş ve erişilebilir bir mecraya taşımak neden bu kadar değerli? MİM’in bir kitap ya da sergi olarak hayata geçirilmesini hiç düşündünüz mü?
Mimarlık üzerine konuşmak çok geniş bir alanda düşünce üretmek demek. Çoğu zaman sadece yapılan bir şeymiş gibi anlaşılan mimarlığın düşünsel alt yapısını görünür kılmayı önemsediğim için yaptığım işi değerli buluyordum.

Televizyon kanallarının kullandığı yüzeysel dilin dışında anlamlı, derin ve anlaşılır bir günlük dil ile mimarlık konuşmak güzeldi. MİM’i kitaplaştırmak konuşuldu ama ben ikna olmadım çünkü sanki o işin dili yazmak değil de konuşmaktı.

‘‘MİMARLIK OLMASI GEREKTİĞİ GİBİ YAPILDIĞINDA ‘SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK’ KONUSU AYRICA BİR KONU OLMAKTAN ÇIKAR. ÇÜNKÜ BU KONU İYİ MİMARLIĞIN ASAL MESELELERİNDEN BİRİDİR.

Santral İstanbul Çağdaş Sanatlar Müzesi, NSMH ve EAA gibi iki güçlü mimarlık ofisinin ortak üretimi olarak mimarlık camiasında özel bir yere sahip. Tasarım süreçlerinde iş bölümü ve fikir alışverişi nasıl şekillendi? Farklı mimari yaklaşımların bir araya gelmesi projenin niteliğini nasıl etkiledi?
Benden farklı düşüncelere sahip mimarlarla çalışmayı önemsiyorum. Çalışma süreci çok daha eğlenceli ve verimli gelişiyor. Özellikle bizim gibi aceleci işverenlerin olduğu bir ülkede bu verimlilik daha da önemli.

O sıradaki yoğunluklarımıza göre neyi kimin yapacağını belirleyip, düşüncesini birlikte ürettikten sonra proje sürecini taraflardan biri üstlenip yürütüyordu.